tag:blogger.com,1999:blog-32657287582689715702024-02-21T09:28:32.474+03:00Ashes and SnowKuzeyin Işıklarına doğru sürüklenenAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.comBlogger55125tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-21060137873939583692012-04-02T12:51:00.000+03:002012-04-02T12:52:35.696+03:00Please BreatheBeni bu yaşama getiren o olasılığın varlığının her anının tadına varmak birincil görevim olması gerekirdi. Böyle yaşamalıydık, kendimize benzemeyen tanrılar yaratıp o göğün yedi kat tepesinden bir gün bize uzanacak ellerini beklemekti. Beklemek… o bekleyiş..<br /><br />günlerce , aylarca ya da aslında sadece anlarda hissettiğimiz bu bekleyiş bazen ayağına dolanan kedi ya da bir çocuğun yüzüne inen tokatla uyanıyordu. Vahşi pis kokan bir hayvanın icinde yeşermiş bir organizma oluyordun. Izdırapla yanan kalpler bir başkasının acısıyla oyalandığı o saçmalığa.. Nasıl tanrılarımızı kendimizden çok uzağa koyup izlemeyi ve beklemeyi seçiyorsak kendimiz hakkında olan her şey uzak ve kutsal olmak zorundaydı. Bir gece içinde minik bir delikten karanlığa yükselip orada asılı kalmak gibi.<br /><br />Seni bu hikayenin neresine koyacağımı merak ediyorsundur. Ama asıl sorman gereken sen bu hikayenin dışında düşündüren şeyin ne olduğudur.? Bir yalan , bir kaç avuntu, düzenli ağladığın sunaklar, bir tutam sevinç mi?<br /><br />Kendi rüyasına kaçan çorap. <br />Kendini tüküren bir lama.<br /><br /><br />Yaşama verebileceğimiz en güzel hediye ölümdür oysa. Ve bunu yaparken bile başkalarını düşünmek öğretilir bize. Kendimize ait olmayan bir hayatta bir başkası için ölmek. <br /><br />İlk intiharı düşündüğümde annemi düşünmüştüm. Sonrakin de yine annemi.<br />Kendimi düşündüğümde sadece ağladım.<br /><br />Ne çok koşup hiçbir yere varamıyoruz , ne çok konuşup hiçbir şey söylemiyoruz. <br />Kıytırık hayatlarımıza büyük görkemli ölümler düşlüyoruz. Gidilecek yol, varılacak sonuç yok çünkü. Şu an bunları yazan zihin bile kendi yarattığımız isim verdiğimiz kavramların içinde tutsak. Tutsak bir zihnin bağımsız bir ruhu olabilir mi? <br /><br />Oradan oraya dolanan bir solucan…Sonunda ilk bulduğu delikte yuvasını kurar. <br /><br />Ve beklemeye devam eder.<br /><br />“ her arzu doğrularımızı külliyen aşağılar ve yadsımalarımızı yeniden ele almaya zorlar bizi. Pratik bir bozguna uğrarız; bununla birlikte ilkelerimiz bozulmadan kalır… Artık bu dünyanın çocukları olmayı umarken , bir de baktık ki, zamanın efendisi ve salgı bezlerinin bağımlısı kaypak münzeviler gibi iştahımıza boyun eğmişiz. Fakat bu oyunun sınırı yoktur: Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır, düşüncelerimizin her biri de yok eder… Gündelik yaşam içinde kozmogoni ve kıyamet birbirini izler: Günlük yaratıcı ve yıkıcılarız, ezeli mitosları son derece küçük bir ölçekte hayata geçiririz; anlarımızın her biri de, Sonsuz’un payına düşen döl ve kül yazgısının bir taslağıdır ve bu yazgıyı yeniden üretir.” Cioran.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-35918309628889035542011-07-12T00:17:00.001+03:002011-07-12T00:34:08.049+03:00Leyleğin Geciken AdımıBaşka yolu yok dedim , gidiyorum.<br />Yürüdüm..<br />Yürüdüm..<br />Yürüdüm…<br /><br />Günlerce soluksuz<br />Durmadan <br />Aşkla.<br /><br /><br /><br />Beni en iyi siz anlardınız oysa,<br />Dökülürken kadınlığım<br />Zincirle dolu bir oluğa<br />Her çeşit ,desen desen <br />Renk renk incileriniz<br />Ne güzeldi boynunuzda<br />Benim etimden başka<br />Bir şeyim yok dedim.<br />Onu getirdim kuşlarınıza.<br /><br /><br /><br />Nilüferleri boğan bir tufan <br />Atların içinden koştu o an<br />Gelip durdu alnımda<br />Yürü dedi.<br />Sakın durma.<br /><br /><br />Yürüdüm.yürüdüm.<br />gecelerce …<br />merakla…<br /><br /><br />Derin yarıklarda beklediniz beni.<br />Kuşlar biriktirip yaralarıma<br />Daha çok baktınız içime<br />Kaybolmak pahasına.<br /><br /><br />Biliyordum… <br />Yürümenin aslında gitmek olmadığını<br />Ama yine de yine de ben yürüdükçe <br />Daha çok benziyorduk birbirimize<br />Altımdan kayan toprak örtüyordu etlerinizi<br />Ve<br />Ben yürüdükçe<br />Daha çok benziyorduk bana <br />ardımda bıraktığım o kadın<br />ölü bir balık gibi vuruyordu kalplerinize.<br /><br /><br />Soruyorum çakıl taşlı sulara şimdi<br />Kaybeden bir kadının neresi incinirdi dudaklarından başka?<br /><br />Neresinden dönülürdü bir yolun<br />Nesinden kurtulurdu insan<br />Aşağılar hep uçurumsa<br /><br /><br />Atların içinden koştu o an kadın<br />Kendi tufanıyla<br />Kendinden başka yol yok dedi<br />Sarıl ona.<br />Sarıl ona.<br /><br /><br />Yürüdüm…<br />Yürüdüm…<br />Yürüdüm…<br /><br /><br /><iframe width="425" height="349" src="http://www.youtube.com/embed/wiGg-Lu1Ojg" frameborder="0" allowfullscreen></iframe>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-63156979425960355672011-06-10T21:18:00.002+03:002011-06-10T21:23:27.644+03:00Serçelerin ŞarkısıBir orman gürültüsü bağışlayın bana<br />Ruhumun içinde zonklayan biri var<br /><br /><br />Beni aldatabilme yetisi olan şeylere karşı hep açık yüreklikle yürüyorum. Belki bu sefer…gerçekten tek bir sefer kuşların sesine kapandığım o dünyaya.<br /><br />İlgisiz bir yığınla yaşamayı öğrenmeyi örgütlüyoruz artık. Masalları kapattık. Artık gece 12 den sonra prensese dönüşmüyor küçük kızlar. Yüksek kulelere tırmanmıyoruz aşk için. Özgürlüğü sadece kapılar kapandığında hatırlıyoruz. Varlığımızla bulanmış bir dünyayı içselleştiremedik henüz ama artık sormuyoruz , yaralarımızı gösteriyoruz birbirimize. Yaralarımızla koşuyoruz. Bazen öyle yaralarla karşılaşıyoruz ki onlardan da beslenmek istiyoruz. Sözcüklerimizi nereye koyacağımızın bir önemi de yok üstelik. Birbirimize anlatacağımız hiçbirşey kalmadı. <br /><br />Omuzlarına karanlık serpiştiriyorum biraz da gözlerinin altına mor halkalar koyalım, hmm böyle çok güzel görünüyorsun. Sana ne kadar dehşet içinde olduğumuzu , çıkışın kapalı olduğunu da söyleyebilirim ama korkma yanındayım bak. Haydi düşelim. Dünyanın merkezinden yok oluşumuzu izleyip ,tepkisizliğimizle ördüğümüz duvar deliklerinden gözyaşlarımızı akıtalım. Arkamızda sessiz sedasız hatalarımız kalsın, öyle derinlere gömülelim ki güneş hiç doğmasın hep karanlık olsun.<br /><br />birbirimize öyle çok benzeyelim ki sonunda aynılaştıracak bir şeyimiz kalmadığında aynalara bakma cesaretini gösterebiliriz belki.<br /><br />Tüm bunları az çok bildiğiniz halde birileriyle ya da bir şeylerle yaşadığınız bu döngüden sıkılırsınız. Yeniden başlamalı dersiniz ama bilirsiniz ki yeniden başlayabilmek için cesaretten çok alçaklığa gereksinim duyacaksınız.<br /><br />Sizi bilmem ama ben gittikçe çürüyorum, benimle birlikte etrafımdaki her şey kokmaya başlıyor, en kötüsü de sıcak bir savaşın ortasında yaşamıyorum, kapımı her an çalıp varlığıma tehdit bir durumda yok, ama bir ordu kadar ölü hissediyorum. Yaşamınıza karışmış kişilerin size karşı duyacağı o sahte şefkatte sizi kurtarmaz hale gelir. Ve dünyanız gittikçe acılar sirkine dönmeye başlar ve siz hatırlarsınız ölümünüzden başka kurtaracak bir şeyiniz olmadığını.<br /><br /><br />İnsanlar gittikçe ürkünç olmaya başlar , hikayeleriyle birlikte fantastik bir dünyadan bahsettiklerini düşünmeye başlarsınız. Bireyselliği savunurlar genelde ama en ufak bir karmaşada sizden en ilkel feodal normlarda bir kardeşlik arkadaşlık canlık vs beklerler. İçlerinden biriyle olmak demek onun bağlı olduğu tüm ilişki zincirine öyle ya da böyle eyvallah demekten geçer. Yoksa fark edilirsiniz. <br /><br />Hepsinin bir dünya görüşü , felsefesi , ideolojisi vardır ama onlardan daha ateşli bir savunucu olursanız sorgularını başlatırsınız. Her şey sanki sizin gelmenizi bekliyor gibidir. İpler gerilir, düzenekler kurulur, artık kaçış yoktur.<br /><br />Oldukları şeyin nedeni , olmadıklarının sorumlusu, sonunda dünyanın son durumuyla sizi ilişkilendirip kurban ritüelini tamamlarlar. İki seçeneğin bariz olduğu savaşları özlemeye başlarsın. Basittir çünkü ölürsün ya da öldürürsün. Birbirini sürekli kurban ederek naylon vicdan yaratmaktan daha kolaydır.<br /><br />Hepinizde sanki geriye birkaç saati kalmış insan halleri var. Kalan son dakikaları kendinize ayırmış gibisiniz. Ötekileştirip , kötüledikleriniz sizi daha iyi bir insan yapmayacak, dahası daha iyi bir ölüm de vermeyecek. Kendinizi ise hiç sevemeyeceksiniz.<br /><br />siz sadece kendi gürültülü sessizliğinizi duyarken,<br /><br />bu dünyada hala bir yerlerde serçeler kendi şarkılarını söylemeye devam edecek.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-27477901403331813802011-01-06T19:37:00.003+02:002011-01-06T19:41:13.496+02:00MOYA - İyimser bir düşün gözkapağı.<object width="480" height="385"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/3MZK9nuWS6o?fs=1&hl=en_US"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/3MZK9nuWS6o?fs=1&hl=en_US" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="480" height="385"></embed></object><br /><br /><br />Göğsüme tırmanıyor sesler , bir koku arıyorum çığlımı bastırsın. Ayaklarımdan yüzüme doğru kasılıyor her yanım. Tavandan sarkan herhangi renkli bir ip diyorum sadece. Çek birini kurtul..<br />Çek birini kurtul.<br /><br />Çekiyorum seni aşık oluyorum Moya. Dışarıda yağmur yağarken kafanı su dolu varillere sokma hissi gibi. Yapay..<br /><br />Ayna seyrettiğim en güzel boşluğum oluyor sonra..<br /><br />Uzak mıydı yakın mıydı bilmiyorum şimdi, hatırladığım bir çocukluğum vardı diyorum kiminin kiraz ağaçlarının gölgesinde gökyüzünü saçlarında hissettiği. Benim ağzıma acı sular geliyor düşündükçe , karanlık bir evde içime düşüyor çocuk.<br /><br />Mutsuz anların fotoğrafları yine meşhur ediyor vicdanlarımızı.<br /><br />Küçük bir çekirge sürüsüyle sızlıyorum. <br /><br />Ve ben Aşık oluyorum Moya . Tarçınlı bir deniz gibi<br /><br />Korsanlar gemilerini bir deniz kabuğuna takas ediyor burada.<br /><br />Fillerin uykusunda yırtılmış ormanlar<br />Gökyüzüne taşınırken<br />Saçlarıyla insanlar kutsal kitapları yırtıyor <br />Ve peçesi düşüyor yaralı atların<br />Boylu boyunca yatan derelerin damarları<br />Sarılırken umutlara.<br /><br />Her şey bir an ‘da <br />Burada<br />Boş bir şarap şişesine koyduğum not gibi.<br /><br /><br />Ayna..<br />Bu dünyada sahip olduğum en güzel boşluk.<br /><br />Ve ben sana aşık oluyorum Moya<br />Tarçınlı bir deniz gibi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-27678842905869454782010-12-09T16:43:00.002+02:002010-12-09T20:09:45.856+02:00Küller sana.<object width="560" height="340"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/_jz7FE1w51E?fs=1&hl=en_US"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/_jz7FE1w51E?fs=1&hl=en_US" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="560" height="340"></embed></object><br /><br />Tüy ateşe<br />Ateş kana<br />Kan kemiğe<br />Kemik iliğe<br />İlik küllere<br />Küller kar'a…<br /><br /><br />Bu gece sustum aynalara.siyahsız bir geceydi. Avucunun içinde yaşayan bir kadın olduğuma inan yine de sen. Hayallerimi çizdim ve gittim.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-27562075140295016642010-12-09T16:23:00.002+02:002010-12-09T16:40:32.970+02:00Illuminate My heart<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhp1FFlSvhqBXm7XOsnQXGOQVmxAbs_Fe_7Gwo6WcmGhar3zDvzrx2ao7mssK1C528iucg0pnMHP4fBBr8EMXbmHhwJ1NvjOpS_UlSnBE-c2n9TkJ5s0q91l2WPb_I1Zlpt7xX5eG2qX8r4/s1600/More_than_meets_the_eye_by_Plainsong.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhp1FFlSvhqBXm7XOsnQXGOQVmxAbs_Fe_7Gwo6WcmGhar3zDvzrx2ao7mssK1C528iucg0pnMHP4fBBr8EMXbmHhwJ1NvjOpS_UlSnBE-c2n9TkJ5s0q91l2WPb_I1Zlpt7xX5eG2qX8r4/s320/More_than_meets_the_eye_by_Plainsong.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5548692395388310034" /></a><br /><br /><br />Bütün gece duydum onları. Duvarların içindeler. Kocaman farelerden bahsediyorum, kemiriyorlar. Hiç durmadan hareket ediyorlar. Fısıldıyorlar. Derinlikten bahsediyorlar.<br /><br /><br />Güneşi kapatan aykırı ağaçlar yetişince kafa derilerimizden<br />Bir karış aşağısı karanlık oldu.<br /><br />Derinlik.<br />Küçük kızların cep telefonlarını süsleyen pembe bir kondom<br /><br />Yıllardır bu büyük bahçede kayıp bir göz arıyorum. En son ağladığımda düşürmüştüm.<br />Hatırlamıyorum zamanı neydi. Kimdim. Hanginizdim.<br /><br />Bir kedinin peşinden ilerliyorduk ağır ağır. Buz torbalarına doldurmuştuk acılarımızı. Nietzsche ‘nin omzundaki bir yaradan her saat başı hayat fışkırıyordu. Yaşam doluyorduk. Güçlüydük. Ölümsüzdük. Kıçlarımızdan sarkan intihar çiçekleri ,ağzımızda eski saksılar kadar Asil.<br /><br />Kayıp bir göz arıyordum. Hatırlamıyorum.<br /><br /><br /><br />Deniz kabuklarının arasına sıkıştırıldım sonra , kıpırdayamıyordum olduğum şeyden. Her defasında yeni bir kokuyla çığlımı bastırıyordunuz. <br /><br /><br />Duyuyorum onları duvarın içindeler. Fısıldıyorlar..<br /><br /><br />5 gün karanlık ve dalga sesleriyle uyandığın o kasaba. Bir gün başkasını koyduğunda bu deliğe kim olduğunu anlayacaksın diyen o ses. <br />Ah Güzel kalan hiçbir yara yok lale!<br />Her yerim acıyor işte<br />Kızıl taylar, pembe bacaklı deniz kızları<br />Hepsini yuvarladım aşağı.<br /><br /><br />Duvardaki fısıldıyor;<br /><br />“Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.<br />Unutmak istemiyordum oysa.<br />Güzel kalan yaralar da vardır çünkü...<br />Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.<br />Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon kokulu...<br />herşeye rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır...” L.MAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-18660838733432412922010-12-09T15:48:00.000+02:002010-12-09T15:49:00.178+02:00KenevirO kadar çok bizle doluydu ki bu dünya. Mutsuzluğumuzu nereye koymamız gerektiğini bulamıyoruz.<br /><br />Bohemyada bir okyanus<br />Endülüste bir köpek<br />Casablanca da aşık <br /><br />Beyazların içinde hep trajediyiz.<br /><br /><br />bir şarkı en büyük araç oluyor bazen kafayı bulmaya yakınken. Hep ıssız hallerdeyiz, yalnız bırakılmış, korunmasız aynı zamanda dibe vurmuş bir kahramanlık gösterecek kadar budala, yan yana sıkış sıkış şişelenmiş acı turşuları gibiyiz. <br />Hepimizin apış arası acıyor. Kalplerimizde hep imkansızı oynayan yıldızlardan yeni düşmüş melek iskeletleri.<br /><br />Kötüyü tanımladın ve şimdi bir adım ilerdesin. İyisin.<br />İnanmadığın her şeyi bir başkasında arayacak ve bulamayınca öfkeleneceksin.Sonra o öfkeni yüceleştirecek sanki akıl çağına yeni bir ruh katabileceğini sanacak kadar küstah olacaksın.<br />Benim acılarım var diyeceksin. Düşlediklerim.<br />Açlığın büyüyecek. <br />Kendini ne kadar tahrip edersen doğruya o kadar yakın olduğunu düşüneceksin. Ama her zaman daha fazlasını bekleyenler olacak. Dönüp dolaşıp en temel sorunlara ulaşınca acılarının değil acılarınla nasıl yaşaman gerektiğinin önemli olduğunu farkına varacaksın.<br />Düşlerini unutacak ve başkalarının düşlerinde olmayı dileyeceksin.<br /><br /><br /><br />Bir toz bulutunun içine düşmek gibi hafifçe, gözlerinin senin içinde olmayacağın bir yolculuğa kapanacak.<br /><br />Kenevir ağaçlarının gölgesi dağılırken saçlarına<br />Kendini her sabah inandırdığın o öykünün içinde<br />Bir başkası olduğuna inanmak gibi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-91505947041248715982010-05-30T21:28:00.002+03:002010-05-30T21:37:06.477+03:001980 Yanaklarımıza çizilmiş yarım Şahmeran<div style="text-align: justify;"><br />1980’ ler dediğimiz de hepimiz ilk önce şarkıları , filmleri hayatımıza girmiş dizi karakterleri, çizgi filmleriyle hatırlarız. Her ne kadar benim yaşıma denk kişilerin özlemle ve neşeyle hatırladıkları o zamanlar hem ülkemiz hem de dünya açısından o kadar pembe geçmemişti oysa.<br /><br />Ama tüm bu kaosun bizi ilgilendirmediği zamanlardı.Pamuk helvalar pembeydi, Şirinler maviydi, Gargamel hep kötüydü. He-man her zaman yardıma hazırdı .<br /><br />Diğer yandan Anne babalarımızın, ağabeylerimizin ablalarımızın sesleri kısılmış, sanki bir gün içinde hayalini kurdukları Atlantis suyun dibini boylamıştı. 80 darbesinden sonra Türkiye’nin tek dinamiği olan Tv hayatlarımızın içine yerleşmiş, onunla yatar onunla kalkar, sadece ondan bahseder olmuştuk.<br />Bu durum sokaklarda istenmeyen bir güruhu kilit altında tutmaya yetecekti elbette.<br /><br />Batı’nın refaha yönelik atılımlarının en yoğun olduğu bu dönem, yeni endüstriler çağı olarak adını tarih sayfalarına yazdırıyordu. Abd ‘de Ronald Regan’ın seçilmesiyle tek düşman olarak görülen komünizm ve onun temsili ülkelere karşı birlikler kurulmaya neo liberalizmin sınırlarını zorlamaya başladıkları yıllardı. Yine Orta doğuda radikal İslamcıların bu dönem kendini göstermesi, doğu blok ülkelerinin çatırdamaya başlayan seslerine denk düşmekteydi.<br />70 ‘lerin düşüncüler, yeni fikirler, her alanda devrim çağı kapanmış yerine bol ışıklı, janjanlı herkesi büyüleyecek kapasiteye sahip , ne olduğunu bilmediğimiz ama içine sürüklendiğimiz bir balon çağına giriyorduk.<br /><br />Yeni çağ politikaları kendi popüler kültürlerini yaratmaya ve kendi basın-medyasını dünya çapında bir güç haline sokmaya başlamıştı. Türkiye’den baktığımızda Fransız şarkılar pikaplar atılıp yerine kasetleri ve çikolata renkli şarkıcıları dinlediğimiz, mtv den aşırtma klipleri defalarca trt de izlediğimiz bir zamana düşüyorduk. Elbette sadece ülkemizi etkisi altına alan bir durum değildi kendisi. Tüm dünya artık Michael Jackson’ı tanıyor Mtv’den bahsediyordu. Üstelik bu naylon kültürü giymeye yaşamaya ve konuşmaya çalışıyorduk.<br /><br />Dünyadan ve bizden bir kaç örnek.<br /><br /><embed src="http://www.youtube.com/v/ekFC-O7h7qQ&hl=hu_HU&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed><br /><br /><embed src="http://www.youtube.com/v/ORoy4NQsa5M&hl=hu_HU&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed><br /><br /><embed src="http://www.youtube.com/v/B4dcjB14w6w&hl=hu_HU&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed><br /><br />Ümit Besen’in katkıları su götürmez.<br /><embed src="http://www.youtube.com/v/L_gnwl2khlM&hl=hu_HU&fs=1&" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed><br /><br /><br />Bu sadece buz dağının küçük bir parçasıydı. Bazıları diyecektir elbet daha önce de etkilenmedik mi dünyada olup bitenden Evet ama bu sefer matematiği önceden hazırlanmış bir şeyle karşı karşıyaydık. Artık kapitalizm globalleşmeye kendi popüler kültürünü dayatmaya, ne söylerse onu tüketmeye çağırıyordu insanları. Çünkü dünya ülkeleri birbirinden en çok bu yolla etkilendiği su götürmez bir gerçekti. Yine bu dönem Amerika ‘da yükselen uyuşturucu karşıtı mücadele ,kampanyalar , bunun üzerine kurulan sivil toplum örgütlerinin desteklenmesi yine aynı zamanda karşıt olunanı popüler hale getirmeye, var olduğu alanı genişletmeye daha büyük kitleleri hedef haline getirmeye başlıyordu. 70’leri öldürmeyen uyuşturucular değişiyor,işleniyor, sentetikleşiyor underground bir biçimde tekelleşiyordu.<br /><br />Buz dağının görünmeyen bu yüzü 80’lerin bitimiyle kendini gösterecek uyuşturucu ölümleri ve adını yeni duyuracak hastalıkları beraberinde getirecekti.<br /><br />Bizim için oldukça renkli görünen bu yıllar aslında tüm dünyanın es geçtiği bana göre felaketler zincirlerinin başladığı bir dönemi işaret eder.<br /><br />Sovyet- Afganistan savaşı<br />İran –Irak savaşı (kimyasal silahları gündeme getirdi)<br />Gandi’nin ölümü<br />İsrail-filistin –Lübnan<br />Çernobil kazası<br />Exxon Valdez Kazası<br />Polonya ve Macarista’nın ciddi ekonomik çöküntü sonrası yarattığı karışıklık Sovyet bloğunun parçalanması gibi aslında Dünya’nın çok ciddi süreçlerden geçtiği ama o şişirilen balonda hepimizin uykulara daldığı ve bir gün prenses ya da rock yıldızı olacağımız inancıyla günleri ertelediğimiz bir zamanı yaşıyorduk.<br /><br /><br />Şimdi kendi çocukluğuma ve geçen zamana baktığımda anlıyorum ki hiçbir zaman bir prenses olamayacağım ve mavi rengi sadece şirinler yüzünden seveceğim.<br /><br />Artık müziği kapatmanın ve uyanmanın vaktiydi.<br /><br /><br /></div>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-73829516724781886332010-05-29T21:15:00.000+03:002010-05-29T21:16:19.907+03:00Mimoza II.Ateşe hükmetmeyi öğrenir insan sonra<br />sudan çıkabilirse eğer.<br />Ben seni boğduğumu ilk kez o zaman anladım<br />mavi bir mimozayla<br />Çivilerken bütün çelimsiz karidesleri kayalara<br />Bileklerini emiyordu vatozlar<br />Aşktı bu ağıl ağıl<br />Dirim dirim iplik<br />Buz kırıklarına abanan yıldızlar <br />Üstümde ölürken<br />Vicdanı yoktu suyun<br /><br />O yüzden Kan hiç çıkmadı ağzımızdan<br />O sözler hiç söylenmedi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-76315396974298003052010-05-29T21:14:00.000+03:002010-05-29T21:15:45.776+03:00Mimoza Günlükleri I“Masalın nerede bittiğini, hayatın nerede başladığını fark edemiyorum.” Ölümle rüya arasında: “Dün gece rüyamda biri beni öldürdü.” … “ölüm de bir rüya değil mi”.<br /><br /><br />Bir anı düşlemek onu sonsuz kılmanın tek yoluydu. Neydi seni bu kadar uzağa koyan bilmiyorum.Neydi beni bu kadar düşleten. Sanki tüm hayatımız kötünün tanımlanması üzerine kuruluydu. Kan tükürüyorduk sevgilerimize. Sırtına konuçlanmış bir kış böceği, ya da omuriliğinde saf bir acid lekesi gibiydim.Acıttıkça daha çok seviyordun. Ne çok kan vardı suyumuzda.<br />Ne çok açlık.<br />Ne çok drama.<br />Bıraksak hüzün düzecekti safkan götlerimizi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-26297264378684632172010-05-06T20:02:00.001+03:002010-05-06T20:05:11.490+03:00DenizlereBakma burada olduğuma<br />Göğüm dolanır kuzeye<br />Işıklar azalırken bu kıtada<br />Denizler yağarken <br />Denizler ölürken ipliklere<br /><br />Yürümeyi unutur ayaklarım...<br /><br />Kehanetine bir daha bakar ademoğlu<br />Sandal ağaçlarından süzülür kan <br />Oluk oluk<br />Gelip oturur ninelerin gözlerine..<br />lal olur bütün çocuklar<br /><br /><br />Ölüm koştuğumuz her yere iner<br /><br />Zamansız bir bahçe kurarken<br />Kolumuzdaki vişne çürüklerine.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-74805639896876691602010-04-19T13:55:00.000+03:002010-04-19T13:56:44.310+03:005'in 6'ıncı ParçasıGerçeklik dediğimiz şeyin kara deliklerimizi dolduran bir avunmadan başka bir şey olmadığını defalarca söylemek istiyorum. Dilimde körleşmeye başladıkça duvarlara değecek ses çünkü. O zaman içimde hala varlığını sürdürmeye çalışan inanç mekanizmasının nesneleri algılama biçimlerine etki sağlayabilir bulunduğum çukuru bir nebze olsun yukarıya çekebilirim.<br /><br />Yıllarca başkalarının ne söyledikleri üzerine çok kafa yordum. Dünya yuvarlaktı, yıldızlar uzaktı, sen bir nokta ama bağımlı bir fetüstün. Tesadüf eseri , tanrının esiri ya da şeytanın sol bacağındaki çıban. Her ne yöne savrulursan savrul içinde yaşadığın dünyanın sana cevap vereceği tek şey vardır. Buradasın.. İşte kapın. <br /><br />Belki de sorun tam orada nüksediyordu. Sadece tek bir kapı oluyor oluşu “burada kapıdan kastım “anın işlevselliğidir.” “ seçeneklerimiz olması gerektiği inancıyla çakışıyordu. Başka kapılar yaratmak içlerinden geçmek istiyorduk. Bu durumun insanın “ötekisine” bakışını yarattığını düşünüyorum. Sen olduğunu düşündüğün bir başkası , bir başka anın içinde başka bir sonuca gidiyordu, gerçek sen kaçırdığın anların içinde sabit kalırken. O zaman sürekli aynı trene farklı yollardan yetişmeye çalışan binlerce ahmaktan biri oluyordun. Bu sefer kurgunun devreye girmesiyle muhteşem bir kutsallığın içinde olduğun fikrine kapılıyordun. Milyonlarca insanla aynı anda aynı düşü görebilir miydin?<br /><br />Paradoksun varlığı bunu hep onaylayıp hem de kesin bir hayır da çıkartabilir. Bu durumda sürekli kendi özneni yakalamaya, birleşmeye çalışan biri olarak hayatını devam ettireceğin sonucuna varabiliriz. Tüm yaşadıkların deneyimlerinin aslında kendine uzandığın yolculuklar olduğu. Doğu’nun belki de binlerce yıl önce keşfettiği o mistik kabul edilen inancın seni dört koldan sardığı yere gelirsin. Ama doğu’nun kendini konumladığı nokta sabittir. Dünya burada sende içindesindir. Hareketsizlik seni itaatli yapar, dikkat edersek doğunun kendi felsefesini kurduğu alan arzunun bastırılmasıyla başlar. Onlara göre önce bu dünyanın seni karmaşık hale getirdiği arzulardan isteklerden kurtulmalısındır. Ancak bu halinle özüne gerçek bir iradeli yürüyüş yapabilir, ruh dediğimiz ışığı kavrayabilirsin. “Eğer gerçeği istiyorsan önce red etmeyi öğrenmelisin. “ der bir nevi. Bu söylemler insanların kendilerini çıkmazda hissettiği anlarda büyük bir kurtarıcı rolü oynar. Kendinden kurtulabileceğin yaptıklarının yaşadıklarının bir öneminin kalmadığı, kabul gördüğün bir alan sunar sana. Sonra ferrarili bilge dedeler falan çıkar ya da evini feng shui ‘nin öngördüğü şekliyle nasıl dekore edip ne kadar mutlu olduklarından bahsederler. Doğu’nun batıyı red etme şekli batıda ruhun kurtuluşu olarak algılanır. Batı arzularını yaratıp beslerken sana mutluluk garantisi vermez, doğu da ise mutluluğun bir sonuç olmadığı vurgulanır. Buna duyulan ihtiyacı yaratan arzunun varlığı ortadan kalkarsa zaten sorunda kalmayacaktır. Ama bence sorun hala oradadır. Sadece görmek istemeyiz.<br /><br />Hepsinden sonra yine geleceğimiz nokta “arzu” olacaktır. Benim dönüşümü sağlayan nedenin de bu arzunun varlığını hala içimde sarsıntılı bir biçimde kendini gösteriyor oluşudur. <br /><br />Bunu Sisyphos’un kaderine benzetebiliriz. Sürekli aynı taşı aynı dağın tepesine çıkarıp, düşüşünü izlemek ve tekrardan aynı taşı oraya bir ihtimal dahilinde sonucunu değiştirebilmek için taşırsın. Bu Sisyphos’a verilen bir ceza olduğunu düşünürsek, hiçbirimizin böyle bir süreci gönüllü olarak kabul etmeyeceğimiz anlamını çıkartabiliriz.<br />Arzu bunun için gereklidir.Yolun kendisidir.<br /><br />Bugün Ashenica'nın çorapları pembe<br />Saçları her zamankinden daha bakımsızdır.<br />Üstüne sinmiş sigara kokusu tek ve vazgeçilmez aşkıdır.<br />Kuzeyin ışıklarına doğru<br />Kendini serptiği bir rüyadadır.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-26242246420145383702010-02-21T11:30:00.001+02:002010-02-21T11:30:49.052+02:00Jenova“Umut belki de gelecek sayfadadır. Kapatma kitabı.<br />-Kitabın bütün sayfalarını çevirdim ,ona rastlamadım.<br /><br />Belki de kitaptır umut.”<br /><br />Jabes.<br /><br /><br />Belirli zamanlar vardır, siyah ya da beyaz oluşunun keskin olduğu ya da ateş , bir avuç su. Kesin bir çizgi vardır zihninde. Ne olmadığından yola başlayıp “olduğun şeye” uzandığın.<br />Sonra bir şey olur, bir tel gerilir, biri yanlış bir notaya dokunur, ritmi bozulur kalbinin.<br />Ölümsüzlüğüne fırlayan koca bir kış oturur içinde. İnsanların sevgiyle birbirlerini yağmaladıkları tek keskinliğindir artık. Peri masalından kalan bir çift fosforlu toka, deri bileklik ve, kitap arasında sakladığın bir çiçekle beyaz bir lekesindir kendinde artık. Yalnızlık iştahını kabartır, mutsuzluğunu anlatmak ve birilerini onun parçası yapmak, hiç gitmediğin yerleri terk etmek, umutlarının sadece yalanlarını beslediği, uyumsuzluğun yeni bir alışkanlık yarattığı o yere varırsın. <br /><br />Küçük önemsiz bir kutusun. İçine anılarını koyduğun, düşüncelerini herkesten farklıymış gibi sahiplendiğin, yuvarlak bir kutuda yaşadığın, şu an yine o kutuya baktığın. Önemsiz.<br /><br />Kalbin gerilim noktasında huzursuzluk <br />Çanlar senin için çalmayacak.<br /><br />Ve akrepler bir kez daha puslu kıtaya doğru yürümeye başlar.<br />Kitaplıktaki tozları üfler biri.<br />Bütün zehir kıtaya yayılır.<br />Bu hikayede yine kimse ölmez.<br /><br />Umut kalır.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-60552897157019281792010-01-12T05:50:00.001+02:002010-01-12T05:57:19.335+02:00Kibir<object width="500" height="315"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/bmC1RMCpweA&hl=en_US&fs=1&color1=0x2b405b&color2=0x6b8ab6&border=1"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/bmC1RMCpweA&hl=en_US&fs=1&color1=0x2b405b&color2=0x6b8ab6&border=1" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="500" height="315"></embed></object><br /><br />Kollarının arasında gümüşlenmiş bir göz “anlam.”<br />Keder ise sadece bir kelime diyorsun, titreşime koyarken diyalektiği.<br />Mutsuzluk sol ayak bileğine daha çok yaslanıyor, <br />Denizlere kibir askısı örmeye başlıyorsun <br />Ama bilmiyorsun henüz,<br />Sırtını dönmeyi bıraktığında ilk yüzünün gidecek olduğunu<br />kendini karşılamaya.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-89752597177187903192010-01-11T14:24:00.002+02:002010-01-11T14:28:08.024+02:00Mama!Milk<object width="560" height="340"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/vEl7ImwLlrA&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/vEl7ImwLlrA&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="560" height="340"></embed></object><br /><br />Zaman aşımına uğramış bir imge kadar gerçek olabilir kutsal saydıklarımız. Balıklar daha çok abanır metalik okyanuslara, sen dilinden kopan limon ağaçlarının uysal olduğu fikrine daha çok alışırsın. Tüm dünyanı saran kalın teller erimeye başlar , iyiliğin keşfi bir arzuya dönüşür. Başkalaşım, arzunu teslim eder içi boşluklarla dolu kavramlara . Aynı hatayı yüzlerce kez bu kadar güzel yapabilen ne olabilir insanın kendisinden başka.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-36784040856906534502010-01-11T09:05:00.001+02:002010-01-11T09:29:33.859+02:00L'Humanite<object width="560" height="340"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/FCOe5iMz_OI&hl=en_US&fs=1&color1=0x402061&color2=0x9461ca"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/FCOe5iMz_OI&hl=en_US&fs=1&color1=0x402061&color2=0x9461ca" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="560" height="340"></embed></object><br /><br />Kendini terk ettiğin çöl ol.<br />bakirelerin küpelerinden<br />Çalılıkların içine uzanan diken.<br /><br />Döne döne vurul yine aynı kıyıya<br />Aynı badem ağacında yeşeren aynı beyaz çiçek<br />Aynı kanepede aynı acıya kaçışsın zerreciklerin <br />Aynası ol ritminAnonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com8tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-11995549381486985652010-01-09T19:37:00.001+02:002010-01-11T01:20:47.636+02:00AshramGözyaşlarını heyecanla kapışıyor bu gece gemiler<br />Ben başka bir denizi düşlüyorum<br />Başka bir uğultuyu..<br />kapılıyor derilerimiz.<br /><br />Bu sefer kesin batıyoruz sevgilim.<br /><br />1939 – Polonya<br />Wroclaw ‘da sarhoş olduğumuz gece ellerimi sımsıkı tutuyordun. Bir sınır yok görmüyor musun dedin, buradayız yıldızların altında, elin avucumun içinde, sana bulaştı soluğum.<br />Gözlerinden fışkıran kıvılcımlar fosforlu bir iğne ucuna dönüşüp tenimi kesiyordu sanki. Tenimde ne kadar güzel duruyordun. İplik iplik dağılıyordum ağzına doğru. Herkesin her şeyi bildiği bir yer yok dedim içimden. Her şeyi anımsadığın tek bir an var. Hiç bir şeyden korkmadığın.<br /><br />Az sonra bütün gece gıcırdayacak olan yatağının üstünde kokularımız karışmış , dışarıdan sızan cılız ışığın altında ilk kez yaşadığımı hissedecektim. Ensende buharlaşan nefesim odanın hacmine karışırken, ışıl ışıl parlayan göğüslerim ahenkli bir örtü olurken uykuna.<br />Tragedyalar güneşin kibirle dansıdır. Sadece insan bütün ağaçların gölgesinde kendi varlığını özümseyip sonra yadsıyabilirmiş. Böyle söylediğini hatırlıyorum, insanlar radyo başlarında yalnız olmadığımız yalanını söylerken birbirine.<br />Bu korkuyu sevmiyordum.<br />Sabahın ilk ışıklarına kadar evlerden dışarıya yayılan dua sesleri çocukların yüzünde istemsiz bir huzursuzluk yaratıyordu çünkü.<br />Heller’in son açıklamasıyla birlikte bugün herkes derin bir sessizliğe gömülmüştü. Ben hemen teyzeme koştum. Victoria ailemden geriye kalan tek şeydi. Sana kötü bir haberim var Victoria, işgal yakında, herkes bir önce ülkeden kaçmamız gerektiğini düşünüyor demeliydim ama birden bunun onun için hiçbir anlamı olamayacağını düşünüp sıkıca sarıldım ona.<br />Victoria bu gece en iyi şarabı getireceğim sana dedim ve ayrıldım.<br />Bu gece seninle tanışmamız o iyi şarabı arayacak olmama borçluydum. Şimdi yanımda uyuyordun. Erkeklerin bu kadar sessiz uyuyor olabilecekleri hiç aklıma gelmemişti , ne kadar güçsüz duruyordun uyurken.<br /><br />Bana teyzemin okuduğu bezelye tanesi ve prenses hikayesini anımsatıyordun. Kraliçenin kapılarına bir gece ansızın gelen kızın oğluna layık olup olmadığını anlamak için yatağının altına gizlice bezelye tanesi koyar. Ertesi sabah gecenin nasıl geçtiğini sorar kıza. Kız hiç uyuyamadığını bir şeyin onu rahatsız ettiğini söyler. Kraliçe o an bu kızın kesinlikle prenses olmaya layık olacak kadar hassas olduğunu düşünür.<br /><br />Sen de deliksiz uyuyor olmana rağmen öyle hassas duruyordun ki. Bizim için hassaslık başka türlü derdi Victoria. Bırak ellerin öyle çok sertleşsin ki avucuna düşecek pamukların anlamı olsun.<br />Nasıl bir zamanda yaşıyorduk biz. Korkunun ortasında bağışlanmak için bütün kapıları açıyorduk. Kendimizi suçlu buldukça sürüklendiğimiz bu günah çıkarma dürtüsü bizi gerçekten öyle bir soyutluyordu ki sonunda hepimiz duvar deliklerinde rahat bir yer kapmak için birbirimizi kemiriyorduk.<br /><br />Andrjez …Andrjez…<br />Lütfen uyan. Duvarda bir şey var..<br /><br />“Janice : 26 yaşında Auschwitz-Birkenau kampında öldü”<br /><br />1986 Ukrayna<br /><br />Turuncu bir göğün altında ayakkabıları elindeydi küçük Vlademir’in. Naylon kokuyordu hava. Birden kafasını bantlayacak olan kadın yanına yaklaştığında korkuya kapıldı. Korkma bu seni koruyacak diyip kafasına ve ellerine siyah torbalar sarmıştı kadın. Saçları hep aynı yere taranırdı aynı yere konulan ayakkabılar, aynı yerde yemek yedikleri bir masa ve renksiz kartları vardı aynı kutuda. Hatırladıkları buydu.<br />Beni unutmuş olamazsın dedi bir ses.<br />İri göğsünün kabarmasından, tok sesinin yankısından babası olduğunu anlamıştı.<br />Vlademir bak buraya. Gökten ateş renginde yıldızlar yağacak karların üstüne. Sakın korkma. Irmakların sesi alçaldığında sadece tozu takip et, sisin ardında mavi var dedi.<br />Korkmuyorum ki dedi Vlademir.<br />Dünyanın en güzel maviliği benimle. Senden önce annem konuştu benimle. Elinden düşüyordu saçları. Gözleri kocamandı. Ama artık biliyorum ben maviyi. Büyüdüm ben.<br />Fısıltıyla söylemişti son cümleyi, çünkü büyümek kötü bir şeydi. İnsanlar büyüdükçe binalar büyüyor, dumanları kocaman oluyordu. En sevdikleri renk gri oluyordu.<br />Ama ben mavi olacağım diye fısıldadı,masmavi.<br /><br />Çok uzak bir ülkede hastalanan bir Kraliçe varmış. Dünyanın bütün bilginleri toplanıp çare aramışlar ve sonunda içlerinden biri en güzel gül diye bağırmış. Onu ancak bu kurtarır. Dünyanın her köşesine adamlar gönderilmiş bu güzel gülü bulmak için. Her gün yeni güller geliyor, gidiyor ama bir türlü Kraliçe iyileşmiyormuş. Sonra bir gün Kraliçe’nin en ufak oğlu yanına gelmiş bir kitapla ,başlamış okumaya;<br />“Dünyanın en güzel gülü cennetin en gizli köşesinde açarmış, onu sadece görmek isteyen görebilirmiş. “<br />Kalbine bakmalısın demiş çocuk. İşte orada.<br />Kraliçe ‘nin yanaklarına renk gelmeye başlamış. Evet görüyorum..Onu Görüyorum.<br /><br />Onu görüyorum diye bağırdı Vlademir<br />Annesinin saçları düşerken ellerine<br />Büyürken gözleri.<br /><br />Ben Büyüdüm.<br /><br />2009 Türkiye<br /><br />Ashram.<br />Dünyanın çatısından aşağılara uzandığım bir yol.<br />Kendi çığlımı ayıkladım sizinkilerden. Gözleri çürümüş bir adama okunmuş kitaplarımı armağan ettim. Ucundan anımsayabildiğim çocukluğuma baş harfini ekledim yalnızlığın. Dönüp baktığımda anlatacak bir trajik öyküm yok belki de ama ben hepsiydim. Bütün bu toz, bu kaos, bu trajedi. Hepsi benim. Ruhumdaki derin yırtık rüzgar almaya başladı çünkü, kapakçıları kapandı insan olmanın,olamamanın.<br />Alnımın ortasına oturdu kan.<br />Kimin gücü yetiyordu ki artık öteki olmaya.<br />Bağları birbirine daha çok dolanıyordu nasılsa sen açmaya uğraştıkça ipleri.<br />Bırak dağınık kalsındı son trend. Toplama kuşları, suları bekleme.<br />Sakın debelenme!<br /><br />Bir gün bir şeyler söyleyeceğim. Gerçekten konuşacağım o gün.<br />Işıklar geldiğinde, dudaklarımı yeniden bulduğumda.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-44827320971596565892009-12-17T21:53:00.002+02:002009-12-17T21:59:00.729+02:00Mono No AwareNeden konuşmuyorsun Arnlin?<br />Biz sevgili değiliz çek ellerini.<br />Saçlarını başa al.<br />Eteğinin altında saklıyorsun onu biliyorum.<br />Edepsizliği mi?<br />Hayır o tırnaklarında.<br />Ben seni diyorum.<br /><br />Bulutun tam yamacında, çamur kokulu bir çocuktun sen de.<br />sırtına baktım ve yüzünü çizdim<br />aynalara damlatarak şakaklarımı.<br /><br />Diz boyunu geçmeyen bir suyla oyalanmayı seviyorsun. Şehvet dediğin şey bir akrebin intihar şekli. Yüzünün anlık kasılması, ona baktığımda hissedemediğim coşku, yastığına akıttığım yarı ağlamaklı kadın özüm, dudaklarıma sıkıştırıp kasıklarından seken bir söz dizilimi “seni seviyorum”.<br /><br />İçimi acıtıyorsun. Gerçekten acıtıyorsun.<br /><br />Suyun darbesi olmaz diyorsun akarken üstüme. Gittikçe doluyorsun kendini gözlerime, gözlerimden ellerime,ellerimden dilime, kar tanelerinin her defasında cama istemsizce yapışıp oradan süzülmeleri gibi. Kısa sürede sökülüyorsun karnıma çizdiğin şekillerden. Yana yatmış bir gemi enkazı gibisin sonunda yatağın kıyısında. Benim üstüme daha çok kar yağmaya başlıyor. Ayak parmaklarımdan boynuma uzanan binlerce kar gölgesi içimin derinliklerine uzanan binlerce tünel kazıyorlar. Hangisinde olduğumuzu hatırlamak bile istemiyorum , kirpiklerimden dökülen elma şekerleri tek tek saplanırken aşkı gümüşlediğim diri bir uçuğa. Uyuyorsun. Hiç uyanmamanı diliyorum ..<br /><br />Uzağıma düşüyor bu sefer denizlerin uğultusu, ahenkli bir el hasreti sarıyor kalbimi. Kendini yaşatmakla öldüren bir hayatta olduğumu düşünüyorum.<br /><br />Bileklerimi uzatıyorum size. Damarları kuzeye dolanır, tutmayın sakın.<br />Karıncaların kan akışı kadar aslanların büyük savaşı şimdi.<br />Ay da sizden güneşte sizden yanadır.<br />Sisli bir rıhtım karanlığı ayırın siz yine de<br />Gölgelerimin ışıkları olsun istemiyorum artık.<br />Kapılarımın renksiz çiçekleri.<br /><br />Kusmuk kokusu sonunda bastırıyor bütün korkumuzu. Pencerelerden, avlulardan, evlerinden, sokaklarından ,adalarından tökezleyerek kaçışıyor bütün kahramanlık öyküleri.<br />Gözlerinizden biri gittikçe daha çok kısılıyor..<br /><br />Ufuk çizgisini kaybediyorsunuz.<br /><br />Aslanların melek kanatlarına tokadı<br />Bozarken bütün denklemlerinizi.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-48958260017695241012009-12-11T19:23:00.002+02:002009-12-11T19:26:08.621+02:00Varolmanın Dayanılmaz Kadınlığı<a onblur="try {parent.deselectBloggerImageGracefully();} catch(e) {}" href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK0TLc0rhl1QGkdnmWoGipVqe73zB9U623qEtQUOzU5QMLM2u3dXxDwzEeUvAqrZb9FUZvQxvro87trVmiqeTjzSXrTbQ5m9Bm72D0_fjxK5z61aquuwGaNJEdOvDXV4cZfJWZ0t_hxGBE/s1600-h/vov_by_svaynstaynger.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 400px; height: 266px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhK0TLc0rhl1QGkdnmWoGipVqe73zB9U623qEtQUOzU5QMLM2u3dXxDwzEeUvAqrZb9FUZvQxvro87trVmiqeTjzSXrTbQ5m9Bm72D0_fjxK5z61aquuwGaNJEdOvDXV4cZfJWZ0t_hxGBE/s400/vov_by_svaynstaynger.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5414030934824517506" /></a><br /><br /><br />Nehirlerden ,denizlere oradan okyanuslara uzanan sihirli bir sözcük düşürmüş küpün içine adam. Ve ağzını sımsıkı kapamış. Onu koyacağı gizli bir yer arıyormuş gözleri. Ayın yeryüzüne indiği bir akşam onu alelade bir deniz kabuğunun içine yerleştirmiş. Unutmaya ant içmiş. Unutmuş..<br /><br />1970’ lerden sonra post modernizm feminizm içine girmeye de başladı. Manifestolar yazıldı bir takım isimler bir araya geldi vs vs. Artık sadece freudyen bakış açısının getirdiği şekliyle kadının cinsel kimliğini tanımlamak yerine Lacan’in bilinçaltı dil söylemleriyle de birleşti. Sonuç olarak kadının cinselliğinin tıpkı erkeğinde olabileceği üzere toplumsal,kültürel baskılar ve deneyimlemeler sonucu oluştuğuna dayanan yeni bir söylemle yerini aldı.<br />Freud’un sürekli kullandığı kadını betimleyen imgeler zaman içinde ,kültürel ve toplumsal gerçeklik içinde değişmeye çeşitlilik göstermeye başlayınca “kadın kimliği” dediğimiz şey bu cılız kavramların içinde kayboldu. Kadın anatomik olarak bir gerçekliktir. Bunun üzerine giydiklerimizin çoğu yaptırımların oluşturduğu kısmı bir diğeri de kendi tercihlerimizden oluşturduğumuz kısmıdır. Bu hususa dikkat edelim çünkü artık neyin gerçekten kendi irademizle seçtiğimiz bir unsur olduğunu anlayamayacak hale geldiğimizi düşünüyorum. Post modernist söylemlerin “bir kadının kendisini cinsel olarak metalaştırma tercihinin bir güçlenme eylemini temsil edebileceğini ve böyle bir tercihin kesin olarak olumsuz biçimde değerlendirilemeyeceği gerçeği” gibi yeni çağ sapkınlığı olarak nitelendireceğim bir duruma gelmiş olması elbette üzücüdür. <br /><br />Şimdi Türkiye’deki durum biraz daha farklıdır, yaşadığımız toprakların etkisiyle bu tip haykırmaların sadece şehir kültürü almış kadınlarda ortaya çıkması normal peki ya kalan milyonlar. Oysa hepimiz burada bunun örneklerini temsil eden kadınların varlığıyla bir genellemeye varıyoruz ki bu çok yanlış. Çünkü yüzeyin hemen gerisinde durumun daha da vahim olduğunu düşünmekteyim. Hepimizin aşağı yukarı kadının cinsel kimliğini ilk rounda ortaya koymasını özgürleşmiş bir hareket olarak algılamaya programlanmış gibiyiz. Bunu destekleyecek bütün nesnel gerçekliği sağlayan sistemi yadsımamakta olmaz. Görsel işitsel medyasıyla, reklamı, filmi pazarlama mantığıyla her şeyin içine ziplediği kadın modelleri ana hedef erkek kimliği üzerinde bir virüs yaratmaktadır. Bu virüse bağımlılık gösteren erkek türleri sistemin çarklarında kusursuz ve itaatkar bir biçimde hizmetine devam etmektedir. Aslında ortada kadın-erkek karşıtlığı gibi bir durumun olmaması gerektiğini defalarca söylesek bile hepimizin eylemleri bir o kadar bizleri yatak dışında kalan her kısımda ayrıştırmaya devam ediyor bu haliyle. Kadını anlamaya çalışan adamlar ve kendini adamlara anlatmaya çalışan kadınlarla dolu çok sesli bir saçmalığa dönüşüyor durum. <br /><br />Kadının cinselliğini erkek merkezli oluşumdan çıkarması, kendi nesnelliğini (vaginal keşif) ile kutsamaya başladığı bir dönemde olduğumuz malum. Aynı şekilde erkeğinde kadını bu yönüyle algılamaya başlaması, kadını sadece tatmin olan olamayan ,kendisini de tatmin sağlayıcı olarak tanımlaması ve içine ne kadar aşk,sevgi bir çok değer yargısı koymaya çalışsa da yatakta uzanan 2 çıplak vahşi bedenden fazla olamadıkları duygusuyla yalnızlaştırılmıştır.<br /><br />Feminist söylemlerin erkeği bu noktada neden rahatsız ettiğini anlamak kolay sanırım Özgür ifade tanımını kadının cinselliğini kolayca dile getirebilmesi dışında hiçbir alanda istemeyen öyle olduğunda “hadi hesabı öde o zaman” şeklinde sanki gezici bir birlik varmış hey sen feminist olmuşsun al sana kızım 10 bin dolar artık hesaplarını kendin öde diyen gizli bir örgüt tarafından sahiplenmişiz gibi anormal beklentiler içine girdikleri traji-komik bir hal almıştır. Kadının sistemin en büyük aracı halinden çıkacak olması hepimizi daha özgün ve anlaşılır bir duruma getirecek oysa. Feminizm bence bugün kendini yitirmekle yeniden doğacağı bir sürece kitlenmiştir. Artık post modernist söylemlerin bu yüzyılda insan üzerinde kan kaybediyor oluşu her geçen gün bunu örseleyecek yeni akımların çıkıyor oluşuna bakarsak üzerinden hışımla geçtiğimiz karanlık çağın bile geri gelmesi muhtemel gözüküyor bana.<br /><br /><br />Milyonlarca yıl sonra kıyıya vuran o deniz kabuğu başka bir adamın eline geçmiş.<br />Yavaşça kapak açılmış. <br /><br />Beyaz bir inci haykırmış.<br />“Ben kadının.”Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-59876582268194566282009-11-24T22:11:00.000+02:002009-11-24T22:12:39.256+02:00Yolculuk“tüm varlıklar sizin onları seyredişinizden ibarettir”<br /><br />“gerçeklik insanın şu ya da bu şekilde içinde bir bitki gibi yaşayacağı bir zindandır.”<br />Bu sözü çok doğru bulurum. Belki de bu yüzden hepimizin birbirimizi iteleyerek kaçındığı her şeyi masala dönüştürme ve sonrasında yaratılarımızı kabullenme aşamasında zorluk çekmediğimiz bir duruma sürükleniyoruz. Her şey şiirsel bir gerçeklikle anlam bulmaya başlıyor. Hani son zamanlarda herkesin ucundan tutup eleştirdiği “şiirimsi” haller bunun güzel bir örneği. Ben de şiir sevenlerdenim üstelik onu simgesel bir dille kullanmasını az çok becerebildiğimi düşünüyorum. Burada bir sorun yok. Ama merkezine koyduğumuz bu masalsı, şiirsel anlatımın bir süre sonra tek zemine dönüşmesi gerçekten sinir bozucu. Traji-komik anlatımlar ve onun peşinde durumu daha da vahimleştiren yorumları okudukça, bu pembeleştirip içine her şeyi adeta buruşturup tıkıp, yapay bir karmaşa yaratmaktansa kaçındığımız bu “gerçeklik” zindanında bitki olası geliyor insanın.<br /><br />Malum bu şiirsel anlatımın en büyük konularından biridir. “Aşk”<br />İçsel deneyimlerimizin dışavurumu.Gerçeklik hissini elimizden alan, bizi ruhsal bir dönüşüme itip egomuzu parçalatana kadar ileri giden kısa bir delirium aşaması. Kişilerin “ne” olduklarından çok bizim onları “nereye” koyduğumuza göre değişiklik gösteren oysa o boşluğa sadece kendimizi yerleştirdiğimiz ve avazımız çıktığı kadar yalnızları oynadığımız düşük bütçeli bir oyundur bana göre ve çok satar.<br /><br />Bir yerde diyordu ki ;Normal hayatlarımızın göstergelerine bakıldığında kadın ve erkeğin iki ayrı fantezi dünyası üzerinde hayallendiğini görürüz. Yaşam bu fantezilerin uzlaşmazlığından doğan bir gerilim hattı gibidir ve bu gerilimi en derinden hissettiğimiz an Aşk’tır.<br />Bir nevi çıkmazların verdiği boşlukları doldurma ihtiyacı , ruhun zıttına duyduğu özlem. Oysa hepimiz eminim alışık olduğumuz biçimiyle aynı görsel, işitsel paydada ortaklık olarak algıladığımız bu durumun aslında tam zıt bir şekilde geliştiğine inanmak istemeyiz. İnsan olamadıklarının esiridir. Ertesidir. Yokluğuna övgüdür.<br /><br />Insan’ın Tanrısına<br />Adem’in Havva’sına<br />Kafka’nın Milena'sına<br />Rimbaud’un Verlaine’e<br />Abelard’ın Heloise’ine<br />Ayşe’nin Ali’ye<br />Ali’nin Ayşe’sine<br /><br />Kendisini araladığı uzun bir yolculuktur.<br /><br />Ne diyordum. “Her şey sizin onları seyredişinizden ibarettir.”Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-45470746932373950922009-11-12T12:29:00.002+02:002009-11-12T12:32:10.365+02:00Doğunun İpekleri Çamura Bulanınca<span style="font-weight:bold;">Essay concerning human understanding</span><br /><br />Sizde ki masumluk benim ismetimim,benim korumamın aksindedir buyurdu gökler. Yağmurun altında hareketsiz kalmış insan yığını boyun eğdi. Çamura buladı gözlerini.<br /><br /><br />20 yy insanı olmak zor iş. Daha çok özel alan vaadiyle daha çok müdahale, birbirini besleyen bu canavarların ortasında çemberin gittikçe daraldığı bir yerde kendinize yaşam alanı kotarmaya çalışıyorsunuz. Sabahları ve geceleri teslim olduğunuz sinir bozucu bir sessizlik hakim göğsümüzde. Bilişim çağında milyon göz kırpması sekmesiyle göbek kordonlarınızdan internete bağlandığınız bir dünya. (Existenz, Cro) Ah yeni yüzyıl insanı , başkalarıyla olan savaşından vazgeçip tetiği kendine doğrulttuğu bir zamanda buldu kendisini. Herkesin bir başkası olma isteği öyle ağır bastı ki kendi içinde dipsiz bir Babili yeniden inşa etti. Yanaklarımıza daha çok yara sürelim, dağılalım asma bahçelerine. “Farkındalık” yeni virüs F1D1 , gökyüzüne yeni Nuh istiyoruz, yeryüzüne hala kötülük besliyoruz. Biz burayı hiç sevmedik. Kurtarılmayı bekleyen son kaya insanları . Ahlaklarımızı duvara resimleyip , naneli şekerler bastırıyoruz kokumuza.<br /><br /><span style="font-weight:bold;">Nouveaux essais sur l'entendement humain</span><br /><br />Doğunun toz bolutu dev bir aynaya dönüştü batıda. Sarı kafa beyaz tenini keşfetti, uyandırdı kozasını kendi eliyle taşıdı metaformozunu. Doğunun kulakları büyüdü Milassız. İpince bir iğrenin ucuna itildi insanlık ve tembihlendi “ Aşağıya bakma korkup düşersin, Yukarıya hiç aldanma yine düşersin” İki aynı seçenek varsa dedi insan , bir anlamım da yok burada bulunmamın. O yağmurun altında gözlerini çamura bulayan insan şimdi katranla dağlıyordu bütün yüzünü. Unutmayı sevmeye başlıyorduk, tekerrürü seviyorduk. Birileri öldükçe yenilerini öldürmek için daha çok “UNUT” besliyorduk. İnsanın öznelliği ağaçta sallanan armut kadar bile gerçeklik taşımıyordu artık. “Kayıplık” yeni virüs K1Y1.Gökyüzüne yeni renk istiyoruz, yeryüzünü artık unuttuk. Biz burayı sevmiyoruz. Kurtarılmayı beklemiyoruz.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-24833419019229564982009-10-03T16:56:00.005+03:002009-10-04T02:16:57.300+03:00Síðasti bærinn (Last Farm)<embed id=VideoPlayback src=http://video.google.com/googleplayer.swf?docid=5581847596743224269&hl=tr&fs=true style=width:400px;height:326px allowFullScreen=true allowScriptAccess=always type=application/x-shockwave-flash> </embed><br /><br />Kjartan Sveinsson'un müziklerini yaptığı 2005 İzlanda yapımı muhteşem bir kısa film. Son dönemlerde herkes marjinal yaşamdan kotardığı 2 öğe üzerine mesaj kaygılı film yapmaya çalışırken, hepsinin önüne geçebilecek kalitede bir film olmuş.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-60242686942667006592009-09-18T05:54:00.002+03:002009-09-18T12:44:33.263+03:00Sıcak bir konyak ve Israrsız gece<object width="150" height="50" align="middle"><param name="allowScriptAccess" value="sameDomain" /><param name="wmode" value="transparent" /><embed src="http://muzicons.com/musicon_v_srv_new.swf" width="150" height="50" menu="false" quality="high" align="middle" type="application/x-shockwave-flash" flashvars="&nomuz=muzicon%20unavailable&site=http://muzicons.com/&icon_pic=45.png&music_file=http://philes.spb.ru/klever/01trip1.mp3&bg_color=000000&type_of_clip=simple_text&text_color=FFFFFF&text_message=Klever&buy_link=http%3A%2F%2Fwww.amazon.com%2Fgp%2Fsearch%3Fie%3DUTF8%26tag%3Dmuzicocommusi-20%26index%3Ddigital-music%26linkCode%3Dur2%26camp%3D1789%26creative%3D9325" wmode="transparent" menu="false" quality="high"></embed></object><br /><br /><br />Küflü bir sandık hissi yerleşti şakaklarıma sanki. Kim bana bakacak olsa ağır bir kasvetle uzaklaşıyor benden. <br /><br />Klever’i yeniden keşfettim .Bugüne ait tek söyleyeceğim bu. İyi bir müzik ılık bir konyak gibisi yok. Perdeler yarı açıkken ucundan yakalayabildiğim alacakaranlıkta gökyüzü dediğimiz naneyi izledim bir de. Ne geldiyse başımıza buna olan düşkünlüğümüzden geldi . Kendi acizliğimizden bozma onlarca tanrının yuvası. Benim için sadece yeryüzünün alternatifi. Hani öyle romantik havamda yok bu konuda. Ama kendime ve çevreme baktığımda içime dolan öfke ona baktığımda sakinleşiyor. Yüzyılların getirisi bir dürtüyü yok sayacak değilim tabii.<br /><br />Joel Peter Witkin. Değişik bir ruh hali. Şunda bunda derin kaygılar ve tiksintiler oluşturabilir ama kendisi sanatını kendi bencilsizliğine giden bir yolculuk olarak tanımlamakta. İlginçtir dedim ve fotoğraflarına baktım. Kendi bencilsizliğimize gidebilecek herhangi bir yol olduğunu sanmıyorum. “ben” öznesini kullandığımız sürece bu böyle devam edecek ha “biz” daha tehlikeli bir açılımdır aslına bakarsanız. Daha çok yalan ve birikmişlik gerekir buna varabilmek için. Üstelik çokyüzlüdür. Kendi yoksunluklarıyla başa çıkamayan biri için “ biz” daha güvenli bir konumdur. Bir nevi saklanma alanı sunar sana. Yığınların içinde öylece dikilip onlardan farklıymış gibi davranabilme özgürlüğü gibi yeni saçmalıklar üretip inanırsın. Ya da başkalarını farklı adlandırıp tepkime beklersin. İki yolda seni ne herkesle aynı yapacaktır ne de herkesten farklı. Bu farklı –aynı kaygılarından kurtulduğunda anlayacaksın ki “ben” seni bekliyor hem de içinde binbir bizle.<br /><br />Ben ve biz içimizdeki her olguyla birlikte konyak içmekteyiz bu gece. Aşklara, iklimlere maruz bırakılmışlık var. Sinsilik var her köşemizde. Israrcı bir şeyler olsun istiyorum. Biliyorum ki özlerimiz durmadan felaket salgılar ve hepimiz bu kokuyu severiz. Israrcılık kendini burada göstermekte. Boş şişelerden bacak aralarına ,oradan sokaklara, sokaklardan nehirlere, nehirlerden yatağına, yatağından gözünü diktiğin tavana kadar ölüsün. Üst yokluk. Mega karmaşa. <br /><br />Nedir bu kadar çok zorlayan seni<br />Seni bu kadar basit kılan sebeple aynısı. <br />Tercih.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-64688861044728657692009-09-15T17:19:00.005+03:002009-11-16T20:06:42.238+02:00SapmaHer şey bizim düşündüğümüzden daha karmaşık.<br />Mutluluğu da yıkımı da içinin derinliklerinde saklayan<br />Çamurdan yoğrulmuş kukla<br />Islak ve kaygan zemin.<br />Işıkla gölge.<br /><br /><br />Başımızın üstünde dönen bir dünya mı var yoksa onun döndüğünü düşleyen büyük bir kitle rüyasında mıyız? Ve neden dönmek zorundayız.<br /><br /><br />İnsan hem buyurucu hem boyun eğicidir. Bu da bizleri kendi söylediğimiz, anlamlandırmak istediğimiz her şeyin karşısında durmak zorunda bırakır aynı zamanda. Gerçeklerimiz yoktur. Alışkanlıklar üzerine kurduğumuz bir yaşamın gel-git lerinden bazen ipin dışarısına sarkmış ayaklarımızdan hissettiğimiz bir “başkası “ olabilme ihtimalleri üzerine yürüdüğümüz , dönüp dolaşıp en sevdiğimiz alışkanlığımızın merkezine çöreklendiğimiz bir kaostur hayat dediğimiz.<br /><br /><br />Yaşamın kendi ince kirliliği damarlarımdan sinsice süzüldüğünden beridir doğru düzgün konuştuğumu söyleyemem. Geceleri uyuyamıyorum. Gündüzleri uyanamıyorum. Bir çalar saatim yok. Gitmek zorunda olduğum bir yer , orada kalmam konusunda ısrar edecek insanlar yok. Bir haftadır kahvem de yoktu. Kapımı çalan da olmadı. Yaşadığımı iddia edecek kadar cüretkar mıyım bilmiyorum. En basit önergeyle kendimi iliştirdiğim etiketlediğim bütün nesnelerle varlığımı onaylıyorum. Güdüsel olarak kendimi ayrıştırdığım bir zamanda bile kendime hiç yakınlaşmamış olmak beni yaralamadı. Aslında garip bir şekilde bundan haz aldığımı bile söyleyebilirim. Sanki büyük bir anlam ağırlığından kurtulmuş gibi.<br /><br /><br />Kendine has bir yalnızlığı yaratmasını öğrenmek zaman alır. Kendini kandırdığın evrelerin birinde yanlışlıkla da olsa gerçek yüzüne çarpman gerek en önemlisi. Ben bu lafı çok seviyorum “ işte buradayız” her saniye değişmesini dört gözle bekleyip sonunda nerede olduğumu anlatamayacak duruma sürüklenmek işte bu benim gerçeğim olmalı. Milyonlarca yıldızın tepeden sana baktığı gibi milyonların içinden senin onlara bakman gibi.<br /><br /><br />Nokta.<br /><br /><object width="425" height="344"><param name="movie" value="http://www.youtube.com/v/mX8cm5ww0Yg&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999"></param><param name="allowFullScreen" value="true"></param><param name="allowscriptaccess" value="always"></param><embed src="http://www.youtube.com/v/mX8cm5ww0Yg&hl=en_US&fs=1&color1=0x3a3a3a&color2=0x999999" type="application/x-shockwave-flash" allowscriptaccess="always" allowfullscreen="true" width="425" height="344"></embed></object>Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com4tag:blogger.com,1999:blog-3265728758268971570.post-3358616238584439662009-08-24T17:00:00.004+03:002009-08-24T17:10:38.178+03:00The real is a moment of false<object width="150" height="50" align="middle"><param name="allowScriptAccess" value="sameDomain"><param name="wmode" value="transparent"><embed src="http://muzicons.com/musicon_v_srv_new.swf" width="150" height="50" menu="false" quality="high" align="middle" type="application/x-shockwave-flash" flashvars="&nomuz=muzicon%20unavailable&site=http://muzicons.com/&icon_pic=45.png&music_file=http://opiumgarden.org/wp-content/uploads/2009/04/explosions-in-the-sky-03-the-moon-is-down.mp3&bg_color=000000&type_of_clip=simple&text_color=FFFFFF&text_message=da+detka&buy_link=http%3A%2F%2Fwww.amazon.com%2Fgp%2Fsearch%3Fie%3DUTF8%26tag%3Dmuzicocommusi-20%26index%3Ddigital-music%26linkCode%3Dur2%26camp%3D1789%26creative%3D9325" wmode="transparent" menu="false" quality="high"></embed></object><br /><br /><br />Bak hayat kısacık bir öykü<br />Az önce buradaydın<br />Şimdi yoksun.<br />Basit ve kirli.<br /><br /><br />Ne umuyordun bilmiyorum. Ya da hala umursuyor musun ayaklarına dolanan kışları. Senin parçalarına ipekler taşımayalı çok uzun zaman oldu. Kavmim kendini gördüğü ilk suya tükürürken yalnızlığını , bütün kötü sözler kapıldı ışığıma. Sadece ölümle dolduk sevgilim yaşamla bu kadar didişirken.<br /><br />Hala cevaplarım yok. Bir zaman var mıydı onu da bilmiyorum. Az çiğnenmiş bir umutla öldürdüm ben sorularını.<br />Basit ve kirliyim hala. Kalbimi çevirip çevirip kullandım. Bütün bu çırpınışlar beni yine aynı sona sürükledi. Gidiş.<br /><br />Yalnız bir adamın kaybolduğu<br />Yalnız bir kadının çoğaldığı yere.<br /><br />Hayatımın en gerçek acıları küçük birer gölge gibi geçerken üstümden anladım ki gerçek acım içinde dövünmeyi seçtiğim. İrkildim ben.<br /><br />Hepimizi kandıran bir an olmalı hayatın içinde. Isıtıp ısıtıp sunduğumuz hayallerimizden uzakta , uyandığımızda maruz kaldığımız tüm bu yaşam kurgusundan uzakta, kadere inanıp bir sonraki saniye tesadüfi olarak adlandıracağımız bir an.<br /><br />Ben o anı bulana kadar seçtiğim bu labirentin içinde kendi acımın efendisi olmaya devam edeceğim. Dışarıdan koca bir boşluk sallanırken içime doğru , neyin doğru neyin yanlış neyin daha acı ya da daha mutluluk verici olabilirliğini hesaplamaya gerek duymadan. Basit ve kirli.Anonymoushttp://www.blogger.com/profile/02429010971565309820noreply@blogger.com5