3/27/2009

For Wanda




Kaç gece oldu unuttum. Unutturdular. Kalbime çakılan gümüş,yüzümden ağır bir uğultuyla dipsiz bir kuyuya yansıyor, oynaşıyor karanlıklarınız…


Soysuz ,sütten kesilmiş kadınlar şehri burası. Salyaları toprağa değin sürüklenen aç kurtlar, boyalı evlerinde renksiz kalan adamlar var. Ne yazık ,cebimde hiç peri tozu yok.


Bir önceki zaman diliminde böyle karşılaşmıştık seninle. Kokusu bütün caddeye yayılan menekşeler ve küçük dorothy ‘nin yara olmuş ayakları…Dudaklarıma değdirdiğin buzul ,görkemli bir şekilde içime akmaktaydı.Son damlalarda biriken kayıp bir kavim gibiydik. Aşk diyorduk sanırım buna.Kollarım kıtalardan uzunmuşcasına, dünyanın “son”u emanet ettiği bir resim gibi.


Daha ne kadar dayanabilirdim bilmiyorum. Ne tarafa gitsem kendi boşluğunda dans eden insanlar… İnce bir ipin üzerinde orda oraya zıplayan panik sürüsü, tökezleyen sıfatlar.Minik bir gaz balonu içinde birbirine çarpa çarpa boğulan küçücük parçalar. Altın suyuna batırdığı mutluluk hayallerini derin bir yamaçtan yuvarlayana dek nefeslerin kar kestiği , ihanetin en çok tanrıya yapıldığı ,kanımızı donduran kırgınlıklar.

Kimse kimseyi görmüyordu..Kimse ötekini bilmiyordu.
Ayaklarım birbirine sürtünmekten yara içindeydi. Uçamıyordum..
Gidemiyordum..


Kapılarıma yığılınca Oz’un büyücüsü, üfledi siyah bir kuğunun dilindekini
“Aynı ayın altında binlerce uğultudan birisin” dedi.
Aç gözlerini.


Gözbebeklerim daha da büyürken kınalı bir avucun içinde, pusudan kalktı son canavar.
Dedi “bağışla” “jiletledim hislerini”


Kendime baktığımda orda değildiniz artık. Usul usul lal bahçeleri inerken ıssız bir çöle. Seslendim:
“bırakın beni”
“bırakın beni”


Çünkü gitmek istiyorum ben.
Uçmak istiyorum…

Kimsenin olmadığı o toz bulutuna karışmak
Yıldız parçalarını sökerek karanlığınızdan

Her şeyi unutmak istiyorum.


“uçtu.”

3/07/2009

Bohemya

Bohemya’da bir okyanusun üzerine düşüyorduk.
bir trampet sesi sarılmıştı saçlarına.
Tiksinmiştim balıklardan

Kaç kişi olduğumuzu sordum sana.
Kaç kere öldürdüğümüzü.

Çenenden irkilen bir gülümsemeyle
Görmezden geliyordun

Hayatımıza dolan taşları…


Boğazıma abanan küçük sancılar taşıyorum bu gece .
Biliyorum oradalar. Orada olacaklar bir süre daha.

Çünkü başlayamıyor bazen sessizliğim, bir uçtan bir uca çirkin bir gürültüyle gözlerimi nesnelere yetiştirmeye çalışırken. Hatırlıyorum… Gözyaşları ve azizler yok artık. Zindanında ejderhaya dönüşmüyor hiç bir sözcük. Yitirdim ben. Yitirdim sayfaları…


Dünya küçülüyor, hayat küçülüyor, oda küçülüyor, ben küçülüyorum kocaman bir anlamsızlık sarsılarak büyürken.
Ne ağlatır artık bizi ? Ne daha çok etkiler çoktan teslim olmuşken?
Hıncıma kül ol !
Dağıl ve git!

Gitmiyorsun..
Gitmiyorsun.
Siyah bir ayaz doluyor ciğerlerime bak.
Kayıp ve lirik.
Hayatının içinde yer alan ve alacak olan her şey sallanırken,
Azap şehrinin mavi cinleri Gözlerini sarmaşıklara kararken.
Belki bu sefer sesini duymaz diyorum içimdeki.
Bakmaz oraya diyorum. Bakmaz.
Aramıza koyduğumuz cılız mesafe bile yetmiyor oysa
Beni aldatmaya.
Duvarlarıma yapışan pıhtın
Süzülüyor deliklerinden.
Yitiyorsun sende.
Bitiyorsun…

“Tanrı’nın dahi kurtaramayacağı ruhlar vardır. “

Menekşelerin kokusunu çalmaya gelirken aynalar.
Hatırlıyorum…
Bu yırtık elbiseden başka bir şeyim kalmadığını
Oysa Seni hatırlamak istiyordum.. Yalnızca seni…
Çöl soğuğuna kapılırken dişlerim.