4/19/2010

5'in 6'ıncı Parçası

Gerçeklik dediğimiz şeyin kara deliklerimizi dolduran bir avunmadan başka bir şey olmadığını defalarca söylemek istiyorum. Dilimde körleşmeye başladıkça duvarlara değecek ses çünkü. O zaman içimde hala varlığını sürdürmeye çalışan inanç mekanizmasının nesneleri algılama biçimlerine etki sağlayabilir bulunduğum çukuru bir nebze olsun yukarıya çekebilirim.

Yıllarca başkalarının ne söyledikleri üzerine çok kafa yordum. Dünya yuvarlaktı, yıldızlar uzaktı, sen bir nokta ama bağımlı bir fetüstün. Tesadüf eseri , tanrının esiri ya da şeytanın sol bacağındaki çıban. Her ne yöne savrulursan savrul içinde yaşadığın dünyanın sana cevap vereceği tek şey vardır. Buradasın.. İşte kapın.

Belki de sorun tam orada nüksediyordu. Sadece tek bir kapı oluyor oluşu “burada kapıdan kastım “anın işlevselliğidir.” “ seçeneklerimiz olması gerektiği inancıyla çakışıyordu. Başka kapılar yaratmak içlerinden geçmek istiyorduk. Bu durumun insanın “ötekisine” bakışını yarattığını düşünüyorum. Sen olduğunu düşündüğün bir başkası , bir başka anın içinde başka bir sonuca gidiyordu, gerçek sen kaçırdığın anların içinde sabit kalırken. O zaman sürekli aynı trene farklı yollardan yetişmeye çalışan binlerce ahmaktan biri oluyordun. Bu sefer kurgunun devreye girmesiyle muhteşem bir kutsallığın içinde olduğun fikrine kapılıyordun. Milyonlarca insanla aynı anda aynı düşü görebilir miydin?

Paradoksun varlığı bunu hep onaylayıp hem de kesin bir hayır da çıkartabilir. Bu durumda sürekli kendi özneni yakalamaya, birleşmeye çalışan biri olarak hayatını devam ettireceğin sonucuna varabiliriz. Tüm yaşadıkların deneyimlerinin aslında kendine uzandığın yolculuklar olduğu. Doğu’nun belki de binlerce yıl önce keşfettiği o mistik kabul edilen inancın seni dört koldan sardığı yere gelirsin. Ama doğu’nun kendini konumladığı nokta sabittir. Dünya burada sende içindesindir. Hareketsizlik seni itaatli yapar, dikkat edersek doğunun kendi felsefesini kurduğu alan arzunun bastırılmasıyla başlar. Onlara göre önce bu dünyanın seni karmaşık hale getirdiği arzulardan isteklerden kurtulmalısındır. Ancak bu halinle özüne gerçek bir iradeli yürüyüş yapabilir, ruh dediğimiz ışığı kavrayabilirsin. “Eğer gerçeği istiyorsan önce red etmeyi öğrenmelisin. “ der bir nevi. Bu söylemler insanların kendilerini çıkmazda hissettiği anlarda büyük bir kurtarıcı rolü oynar. Kendinden kurtulabileceğin yaptıklarının yaşadıklarının bir öneminin kalmadığı, kabul gördüğün bir alan sunar sana. Sonra ferrarili bilge dedeler falan çıkar ya da evini feng shui ‘nin öngördüğü şekliyle nasıl dekore edip ne kadar mutlu olduklarından bahsederler. Doğu’nun batıyı red etme şekli batıda ruhun kurtuluşu olarak algılanır. Batı arzularını yaratıp beslerken sana mutluluk garantisi vermez, doğu da ise mutluluğun bir sonuç olmadığı vurgulanır. Buna duyulan ihtiyacı yaratan arzunun varlığı ortadan kalkarsa zaten sorunda kalmayacaktır. Ama bence sorun hala oradadır. Sadece görmek istemeyiz.

Hepsinden sonra yine geleceğimiz nokta “arzu” olacaktır. Benim dönüşümü sağlayan nedenin de bu arzunun varlığını hala içimde sarsıntılı bir biçimde kendini gösteriyor oluşudur.

Bunu Sisyphos’un kaderine benzetebiliriz. Sürekli aynı taşı aynı dağın tepesine çıkarıp, düşüşünü izlemek ve tekrardan aynı taşı oraya bir ihtimal dahilinde sonucunu değiştirebilmek için taşırsın. Bu Sisyphos’a verilen bir ceza olduğunu düşünürsek, hiçbirimizin böyle bir süreci gönüllü olarak kabul etmeyeceğimiz anlamını çıkartabiliriz.
Arzu bunun için gereklidir.Yolun kendisidir.

Bugün Ashenica'nın çorapları pembe
Saçları her zamankinden daha bakımsızdır.
Üstüne sinmiş sigara kokusu tek ve vazgeçilmez aşkıdır.
Kuzeyin ışıklarına doğru
Kendini serptiği bir rüyadadır.