4/02/2012

Please Breathe

Beni bu yaşama getiren o olasılığın varlığının her anının tadına varmak birincil görevim olması gerekirdi. Böyle yaşamalıydık, kendimize benzemeyen tanrılar yaratıp o göğün yedi kat tepesinden bir gün bize uzanacak ellerini beklemekti. Beklemek… o bekleyiş..

günlerce , aylarca ya da aslında sadece anlarda hissettiğimiz bu bekleyiş bazen ayağına dolanan kedi ya da bir çocuğun yüzüne inen tokatla uyanıyordu. Vahşi pis kokan bir hayvanın icinde yeşermiş bir organizma oluyordun. Izdırapla yanan kalpler bir başkasının acısıyla oyalandığı o saçmalığa.. Nasıl tanrılarımızı kendimizden çok uzağa koyup izlemeyi ve beklemeyi seçiyorsak kendimiz hakkında olan her şey uzak ve kutsal olmak zorundaydı. Bir gece içinde minik bir delikten karanlığa yükselip orada asılı kalmak gibi.

Seni bu hikayenin neresine koyacağımı merak ediyorsundur. Ama asıl sorman gereken sen bu hikayenin dışında düşündüren şeyin ne olduğudur.? Bir yalan , bir kaç avuntu, düzenli ağladığın sunaklar, bir tutam sevinç mi?

Kendi rüyasına kaçan çorap.
Kendini tüküren bir lama.


Yaşama verebileceğimiz en güzel hediye ölümdür oysa. Ve bunu yaparken bile başkalarını düşünmek öğretilir bize. Kendimize ait olmayan bir hayatta bir başkası için ölmek.

İlk intiharı düşündüğümde annemi düşünmüştüm. Sonrakin de yine annemi.
Kendimi düşündüğümde sadece ağladım.

Ne çok koşup hiçbir yere varamıyoruz , ne çok konuşup hiçbir şey söylemiyoruz.
Kıytırık hayatlarımıza büyük görkemli ölümler düşlüyoruz. Gidilecek yol, varılacak sonuç yok çünkü. Şu an bunları yazan zihin bile kendi yarattığımız isim verdiğimiz kavramların içinde tutsak. Tutsak bir zihnin bağımsız bir ruhu olabilir mi?

Oradan oraya dolanan bir solucan…Sonunda ilk bulduğu delikte yuvasını kurar.

Ve beklemeye devam eder.

“ her arzu doğrularımızı külliyen aşağılar ve yadsımalarımızı yeniden ele almaya zorlar bizi. Pratik bir bozguna uğrarız; bununla birlikte ilkelerimiz bozulmadan kalır… Artık bu dünyanın çocukları olmayı umarken , bir de baktık ki, zamanın efendisi ve salgı bezlerinin bağımlısı kaypak münzeviler gibi iştahımıza boyun eğmişiz. Fakat bu oyunun sınırı yoktur: Arzularımızın her biri dünyayı yeniden yaratır, düşüncelerimizin her biri de yok eder… Gündelik yaşam içinde kozmogoni ve kıyamet birbirini izler: Günlük yaratıcı ve yıkıcılarız, ezeli mitosları son derece küçük bir ölçekte hayata geçiririz; anlarımızın her biri de, Sonsuz’un payına düşen döl ve kül yazgısının bir taslağıdır ve bu yazgıyı yeniden üretir.” Cioran.

7/12/2011

Leyleğin Geciken Adımı

Başka yolu yok dedim , gidiyorum.
Yürüdüm..
Yürüdüm..
Yürüdüm…

Günlerce soluksuz
Durmadan
Aşkla.



Beni en iyi siz anlardınız oysa,
Dökülürken kadınlığım
Zincirle dolu bir oluğa
Her çeşit ,desen desen
Renk renk incileriniz
Ne güzeldi boynunuzda
Benim etimden başka
Bir şeyim yok dedim.
Onu getirdim kuşlarınıza.



Nilüferleri boğan bir tufan
Atların içinden koştu o an
Gelip durdu alnımda
Yürü dedi.
Sakın durma.


Yürüdüm.yürüdüm.
gecelerce …
merakla…


Derin yarıklarda beklediniz beni.
Kuşlar biriktirip yaralarıma
Daha çok baktınız içime
Kaybolmak pahasına.


Biliyordum…
Yürümenin aslında gitmek olmadığını
Ama yine de yine de ben yürüdükçe
Daha çok benziyorduk birbirimize
Altımdan kayan toprak örtüyordu etlerinizi
Ve
Ben yürüdükçe
Daha çok benziyorduk bana
ardımda bıraktığım o kadın
ölü bir balık gibi vuruyordu kalplerinize.


Soruyorum çakıl taşlı sulara şimdi
Kaybeden bir kadının neresi incinirdi dudaklarından başka?

Neresinden dönülürdü bir yolun
Nesinden kurtulurdu insan
Aşağılar hep uçurumsa


Atların içinden koştu o an kadın
Kendi tufanıyla
Kendinden başka yol yok dedi
Sarıl ona.
Sarıl ona.


Yürüdüm…
Yürüdüm…
Yürüdüm…


6/10/2011

Serçelerin Şarkısı

Bir orman gürültüsü bağışlayın bana
Ruhumun içinde zonklayan biri var


Beni aldatabilme yetisi olan şeylere karşı hep açık yüreklikle yürüyorum. Belki bu sefer…gerçekten tek bir sefer kuşların sesine kapandığım o dünyaya.

İlgisiz bir yığınla yaşamayı öğrenmeyi örgütlüyoruz artık. Masalları kapattık. Artık gece 12 den sonra prensese dönüşmüyor küçük kızlar. Yüksek kulelere tırmanmıyoruz aşk için. Özgürlüğü sadece kapılar kapandığında hatırlıyoruz. Varlığımızla bulanmış bir dünyayı içselleştiremedik henüz ama artık sormuyoruz , yaralarımızı gösteriyoruz birbirimize. Yaralarımızla koşuyoruz. Bazen öyle yaralarla karşılaşıyoruz ki onlardan da beslenmek istiyoruz. Sözcüklerimizi nereye koyacağımızın bir önemi de yok üstelik. Birbirimize anlatacağımız hiçbirşey kalmadı.

Omuzlarına karanlık serpiştiriyorum biraz da gözlerinin altına mor halkalar koyalım, hmm böyle çok güzel görünüyorsun. Sana ne kadar dehşet içinde olduğumuzu , çıkışın kapalı olduğunu da söyleyebilirim ama korkma yanındayım bak. Haydi düşelim. Dünyanın merkezinden yok oluşumuzu izleyip ,tepkisizliğimizle ördüğümüz duvar deliklerinden gözyaşlarımızı akıtalım. Arkamızda sessiz sedasız hatalarımız kalsın, öyle derinlere gömülelim ki güneş hiç doğmasın hep karanlık olsun.

birbirimize öyle çok benzeyelim ki sonunda aynılaştıracak bir şeyimiz kalmadığında aynalara bakma cesaretini gösterebiliriz belki.

Tüm bunları az çok bildiğiniz halde birileriyle ya da bir şeylerle yaşadığınız bu döngüden sıkılırsınız. Yeniden başlamalı dersiniz ama bilirsiniz ki yeniden başlayabilmek için cesaretten çok alçaklığa gereksinim duyacaksınız.

Sizi bilmem ama ben gittikçe çürüyorum, benimle birlikte etrafımdaki her şey kokmaya başlıyor, en kötüsü de sıcak bir savaşın ortasında yaşamıyorum, kapımı her an çalıp varlığıma tehdit bir durumda yok, ama bir ordu kadar ölü hissediyorum. Yaşamınıza karışmış kişilerin size karşı duyacağı o sahte şefkatte sizi kurtarmaz hale gelir. Ve dünyanız gittikçe acılar sirkine dönmeye başlar ve siz hatırlarsınız ölümünüzden başka kurtaracak bir şeyiniz olmadığını.


İnsanlar gittikçe ürkünç olmaya başlar , hikayeleriyle birlikte fantastik bir dünyadan bahsettiklerini düşünmeye başlarsınız. Bireyselliği savunurlar genelde ama en ufak bir karmaşada sizden en ilkel feodal normlarda bir kardeşlik arkadaşlık canlık vs beklerler. İçlerinden biriyle olmak demek onun bağlı olduğu tüm ilişki zincirine öyle ya da böyle eyvallah demekten geçer. Yoksa fark edilirsiniz.

Hepsinin bir dünya görüşü , felsefesi , ideolojisi vardır ama onlardan daha ateşli bir savunucu olursanız sorgularını başlatırsınız. Her şey sanki sizin gelmenizi bekliyor gibidir. İpler gerilir, düzenekler kurulur, artık kaçış yoktur.

Oldukları şeyin nedeni , olmadıklarının sorumlusu, sonunda dünyanın son durumuyla sizi ilişkilendirip kurban ritüelini tamamlarlar. İki seçeneğin bariz olduğu savaşları özlemeye başlarsın. Basittir çünkü ölürsün ya da öldürürsün. Birbirini sürekli kurban ederek naylon vicdan yaratmaktan daha kolaydır.

Hepinizde sanki geriye birkaç saati kalmış insan halleri var. Kalan son dakikaları kendinize ayırmış gibisiniz. Ötekileştirip , kötüledikleriniz sizi daha iyi bir insan yapmayacak, dahası daha iyi bir ölüm de vermeyecek. Kendinizi ise hiç sevemeyeceksiniz.

siz sadece kendi gürültülü sessizliğinizi duyarken,

bu dünyada hala bir yerlerde serçeler kendi şarkılarını söylemeye devam edecek.

1/06/2011

MOYA - İyimser bir düşün gözkapağı.




Göğsüme tırmanıyor sesler , bir koku arıyorum çığlımı bastırsın. Ayaklarımdan yüzüme doğru kasılıyor her yanım. Tavandan sarkan herhangi renkli bir ip diyorum sadece. Çek birini kurtul..
Çek birini kurtul.

Çekiyorum seni aşık oluyorum Moya. Dışarıda yağmur yağarken kafanı su dolu varillere sokma hissi gibi. Yapay..

Ayna seyrettiğim en güzel boşluğum oluyor sonra..

Uzak mıydı yakın mıydı bilmiyorum şimdi, hatırladığım bir çocukluğum vardı diyorum kiminin kiraz ağaçlarının gölgesinde gökyüzünü saçlarında hissettiği. Benim ağzıma acı sular geliyor düşündükçe , karanlık bir evde içime düşüyor çocuk.

Mutsuz anların fotoğrafları yine meşhur ediyor vicdanlarımızı.

Küçük bir çekirge sürüsüyle sızlıyorum.

Ve ben Aşık oluyorum Moya . Tarçınlı bir deniz gibi

Korsanlar gemilerini bir deniz kabuğuna takas ediyor burada.

Fillerin uykusunda yırtılmış ormanlar
Gökyüzüne taşınırken
Saçlarıyla insanlar kutsal kitapları yırtıyor
Ve peçesi düşüyor yaralı atların
Boylu boyunca yatan derelerin damarları
Sarılırken umutlara.

Her şey bir an ‘da
Burada
Boş bir şarap şişesine koyduğum not gibi.


Ayna..
Bu dünyada sahip olduğum en güzel boşluk.

Ve ben sana aşık oluyorum Moya
Tarçınlı bir deniz gibi.

12/09/2010

Küller sana.



Tüy ateşe
Ateş kana
Kan kemiğe
Kemik iliğe
İlik küllere
Küller kar'a…


Bu gece sustum aynalara.siyahsız bir geceydi. Avucunun içinde yaşayan bir kadın olduğuma inan yine de sen. Hayallerimi çizdim ve gittim.

Illuminate My heart




Bütün gece duydum onları. Duvarların içindeler. Kocaman farelerden bahsediyorum, kemiriyorlar. Hiç durmadan hareket ediyorlar. Fısıldıyorlar. Derinlikten bahsediyorlar.


Güneşi kapatan aykırı ağaçlar yetişince kafa derilerimizden
Bir karış aşağısı karanlık oldu.

Derinlik.
Küçük kızların cep telefonlarını süsleyen pembe bir kondom

Yıllardır bu büyük bahçede kayıp bir göz arıyorum. En son ağladığımda düşürmüştüm.
Hatırlamıyorum zamanı neydi. Kimdim. Hanginizdim.

Bir kedinin peşinden ilerliyorduk ağır ağır. Buz torbalarına doldurmuştuk acılarımızı. Nietzsche ‘nin omzundaki bir yaradan her saat başı hayat fışkırıyordu. Yaşam doluyorduk. Güçlüydük. Ölümsüzdük. Kıçlarımızdan sarkan intihar çiçekleri ,ağzımızda eski saksılar kadar Asil.

Kayıp bir göz arıyordum. Hatırlamıyorum.



Deniz kabuklarının arasına sıkıştırıldım sonra , kıpırdayamıyordum olduğum şeyden. Her defasında yeni bir kokuyla çığlımı bastırıyordunuz.


Duyuyorum onları duvarın içindeler. Fısıldıyorlar..


5 gün karanlık ve dalga sesleriyle uyandığın o kasaba. Bir gün başkasını koyduğunda bu deliğe kim olduğunu anlayacaksın diyen o ses.
Ah Güzel kalan hiçbir yara yok lale!
Her yerim acıyor işte
Kızıl taylar, pembe bacaklı deniz kızları
Hepsini yuvarladım aşağı.


Duvardaki fısıldıyor;

“Söyleyecek başka bir şeyim yok artık.
Unutmak istemiyordum oysa.
Güzel kalan yaralar da vardır çünkü...
Limon kokulu, yağmurlu kadınlar vardır.
Hiç unutmayan kadınlar vardır... limon kokulu...
herşeye rağmen... yağmur kalan kadınlar vardır...” L.M