6/10/2011

Serçelerin Şarkısı

Bir orman gürültüsü bağışlayın bana
Ruhumun içinde zonklayan biri var


Beni aldatabilme yetisi olan şeylere karşı hep açık yüreklikle yürüyorum. Belki bu sefer…gerçekten tek bir sefer kuşların sesine kapandığım o dünyaya.

İlgisiz bir yığınla yaşamayı öğrenmeyi örgütlüyoruz artık. Masalları kapattık. Artık gece 12 den sonra prensese dönüşmüyor küçük kızlar. Yüksek kulelere tırmanmıyoruz aşk için. Özgürlüğü sadece kapılar kapandığında hatırlıyoruz. Varlığımızla bulanmış bir dünyayı içselleştiremedik henüz ama artık sormuyoruz , yaralarımızı gösteriyoruz birbirimize. Yaralarımızla koşuyoruz. Bazen öyle yaralarla karşılaşıyoruz ki onlardan da beslenmek istiyoruz. Sözcüklerimizi nereye koyacağımızın bir önemi de yok üstelik. Birbirimize anlatacağımız hiçbirşey kalmadı.

Omuzlarına karanlık serpiştiriyorum biraz da gözlerinin altına mor halkalar koyalım, hmm böyle çok güzel görünüyorsun. Sana ne kadar dehşet içinde olduğumuzu , çıkışın kapalı olduğunu da söyleyebilirim ama korkma yanındayım bak. Haydi düşelim. Dünyanın merkezinden yok oluşumuzu izleyip ,tepkisizliğimizle ördüğümüz duvar deliklerinden gözyaşlarımızı akıtalım. Arkamızda sessiz sedasız hatalarımız kalsın, öyle derinlere gömülelim ki güneş hiç doğmasın hep karanlık olsun.

birbirimize öyle çok benzeyelim ki sonunda aynılaştıracak bir şeyimiz kalmadığında aynalara bakma cesaretini gösterebiliriz belki.

Tüm bunları az çok bildiğiniz halde birileriyle ya da bir şeylerle yaşadığınız bu döngüden sıkılırsınız. Yeniden başlamalı dersiniz ama bilirsiniz ki yeniden başlayabilmek için cesaretten çok alçaklığa gereksinim duyacaksınız.

Sizi bilmem ama ben gittikçe çürüyorum, benimle birlikte etrafımdaki her şey kokmaya başlıyor, en kötüsü de sıcak bir savaşın ortasında yaşamıyorum, kapımı her an çalıp varlığıma tehdit bir durumda yok, ama bir ordu kadar ölü hissediyorum. Yaşamınıza karışmış kişilerin size karşı duyacağı o sahte şefkatte sizi kurtarmaz hale gelir. Ve dünyanız gittikçe acılar sirkine dönmeye başlar ve siz hatırlarsınız ölümünüzden başka kurtaracak bir şeyiniz olmadığını.


İnsanlar gittikçe ürkünç olmaya başlar , hikayeleriyle birlikte fantastik bir dünyadan bahsettiklerini düşünmeye başlarsınız. Bireyselliği savunurlar genelde ama en ufak bir karmaşada sizden en ilkel feodal normlarda bir kardeşlik arkadaşlık canlık vs beklerler. İçlerinden biriyle olmak demek onun bağlı olduğu tüm ilişki zincirine öyle ya da böyle eyvallah demekten geçer. Yoksa fark edilirsiniz.

Hepsinin bir dünya görüşü , felsefesi , ideolojisi vardır ama onlardan daha ateşli bir savunucu olursanız sorgularını başlatırsınız. Her şey sanki sizin gelmenizi bekliyor gibidir. İpler gerilir, düzenekler kurulur, artık kaçış yoktur.

Oldukları şeyin nedeni , olmadıklarının sorumlusu, sonunda dünyanın son durumuyla sizi ilişkilendirip kurban ritüelini tamamlarlar. İki seçeneğin bariz olduğu savaşları özlemeye başlarsın. Basittir çünkü ölürsün ya da öldürürsün. Birbirini sürekli kurban ederek naylon vicdan yaratmaktan daha kolaydır.

Hepinizde sanki geriye birkaç saati kalmış insan halleri var. Kalan son dakikaları kendinize ayırmış gibisiniz. Ötekileştirip , kötüledikleriniz sizi daha iyi bir insan yapmayacak, dahası daha iyi bir ölüm de vermeyecek. Kendinizi ise hiç sevemeyeceksiniz.

siz sadece kendi gürültülü sessizliğinizi duyarken,

bu dünyada hala bir yerlerde serçeler kendi şarkılarını söylemeye devam edecek.