1/19/2009

Mavi Şato




Derinlemesine iki çizgi çekiyorum sol kolumla bileğim arasına, hayal ediyorum.
Taş zemine damlayan koyu kırmızı o an ,o çok beklediğim an anlamsızlaşıp diğer saplantılı anlarım arasında küçük yerini alıyor.

Koca bir burukluktan bir “ben” çıkarma istediğine çoğu zaman karşı koyamaz kimse. Asıl bu zamanda gerçekten yaratacağımız yeni bir yüz olduğunu düşünürüz hep. Öyleyse insan acıdığında daha berrak bulur kendisini, kaybedecek bir şey yok, özümsenecek ,sevilecek bir şey yok, her şey daha kolaydır. Sonsuz bir ızdırap beklentisiyle çoşturduğumuz ruhlarımız için içinden karanlığın geçtiği yazılar, insanlar, düşünürler bulup olduğumuz şeyi kabul edilebilir kılmak için çabalamak gibi bir ironiyide beraberinde yaşarız. Bazen sarsıcı eski yöntemlerin doğruluğunu daha bir kabul etmiş buluyorum kendimi. İnsanın kendi postundan kurtulmayı dilemesi, karşılaştığı ilk çatlakta ruhunun varlığını fark etmesinden büyük bir huzursuzluk duyuyorum çünkü. Kendimi içine yerleştirdiğim bütün boşluk tanımlarının asla olumlanamayacağını bilmek bu huzurluğumu ötesinde bir kırgınlığa dönüştürerek haz alma olasılıklarımı düşürüyor. Karmaşıklık artık bildiğim dünyanın olmazsa olmazı, yaşam kaynağı oluveriyor aniden. O zamanda gözümün ucuyla yakalayabileceğim bir basitlikten kendimi mahrum edip, dümdüz bir ovada akarsuyun peşine düşmüş bir budala oluyorum.

Dünya üzerine rastgele dağılmış hayvan kümelerinin bir araya gelip böylesine bir yok oluşa sürüklenmesinin cevabı birilerinin bunu istemiş olması,bundan sağaltıcakları güç durumları benim bu hissiyatım karşısında hiç bir şey oluyor, ya da çok küçük bir kısmı. Asıl sorun insanın kendini parçalarcasına kurcalamak zorunda oluşunu yaratan hadise. Bir anlık ağzımızın suyunun akması onu silip yeniden sulanmasını beklemek gibi tuhaf bir durum. Bu bekleyişin adı hepimizde değişiyor adına aşk diyoruz, bazısı şiddet , güç, sevgi, hiçlik,heyecan, vb :

Kendimi tetikleyici mekanizmamı arayan, hatta çoğu zaman yaratır halde bulan , sürekli uyumak için uykusuz kalan birine benzetiyorum. Mahrum bıraktığım her köşe bir süreliğine o mahrumiyeti basınçla gidermemi emrediyor , ta ki bir diğerine ihtiyaç duyana kadar. Kendimi içimdekine sürekli itaat eden bir sülük gibi hissediyorum.

"Varoluşun kendi evimizin hiçliği kendi sürgünlüğümüz olması mümkün mü?"

Hiç yorum yok: