2/17/2009

Endülüste Raks

“Kuvvetin yetmez bazen anlamaya
Süzülürken anlam karmaşası
Hangisinde kendin olduğunu anlayamazsın
İçinde köprücükler dizili bir okyanusun orta yerinde
Naylon torbalara doldurursun ahvalini
Daha aşağılara
Çok aşağılara salınırsın”


Hangi hikayedeyim hatırlamıyorum. En son görüldüğümde Endülüste idim. Bütün kıtaya şarap akan bir köprü inşa etmeyi düşünüyordum ki Sırtını gösterip ,gösterip kaçan o meleği gördüm. Ne zaman düşmüş bilmiyorum. Elbet yakındır yeryüzü ahmaklığı . Henüz alışamadığı belliydi. Kalabalığın içinde koşuşup herkesin huzurunu kaçıyordu. Keşişlerden biri dayanamayıp benim olduğum masaya öfkeyle oturttu onu. Hala şaşkınlığı geçmemişti.


Hey sen dedim.

Bileğinden sarkanları temizle. Burada kuş tüylerinden nefret edilir.

Umursamadı dediklerimi döndü şarap istedi.

Koydum.

Yenisin sanırım. İlk defa gördüm seni.

Burası neresi der gibi bomboş baktı yüzüme.

Bir bardak daha şarap koydum.


Düşen omuzları yavaşça dikleşmeye başladı. Bir şeyler söyleyecek gibi oldu ama vazgeçti. Etrafını ürkekçe izlemeye başladı. Herkes birbirine kadın kahkahası ısmarlıyordu. Masadan masaya gidip gelen kahkaha atan kadınlar. Sende ister misin diye sordum.

Gülümsedi. Marta’yı ısmarlardım. Nedense o kadının çığlık gibi kahkahası hoşuma gidiyordu. Cılız bir saksafon sesini andırıyordu sanki.


Marta koca memeleriyle geldi masamıza. En uzunundan nefis bir kahkaha bıraktı.Önce ne olduğunu anlamadı bizimki ama aniden ağzına dolan şekerleri tükürdü masaya.

Bu sefer ben gülümsüyordum.

Onları yemelisin ama. Bütün zevki heba ettin.


Yine bir sis çöktü yüzüne. Sevmemişti bu oyunu. Ben..Ben sanırım kusacağım diyip koşarak dışarı çıktı. Tam o sırada Tiersen yeni girmişti içeriye her zamanki köşesine çekildi. Ellerini havaya dikti ve müzik başladı.


Uçmaya başladım. Dünya zamanlarını hatırladım yine. Aynada karşılaştığım Ben’in bir başkasında kim olduğunu düşündüm. Biri için kimdim ben. Neydim.Neye beziyordum gerçi artık buradaydım önemi yoktu bunların. Ama yine de düşünmeden edemiyordum. Orada delilik sandığım her şey burada gerçek bir dinginliğe bürünmüştü. Sanırım Seneca haklıydı orada bedenlerimizin hizmetindeki kölelerdik. Davranış şekillerimizi tepkilere göre oluşturan bununla övünen, aynada yakaladığımız yansımanın ucuna bile yaklaşmadan hiç kimseler olarak düşüyorduk sonunda. Bedenimi aynanın önüne koyup boşaltmak isterdim. İçimdeki yabancıyı başkalarına çarparak yarattığım ben duygusunu yok etmek isterdim. O muhtaçlığı, en basit kavramın içinde bile karmaşıklaştırdığım öznemi silmek isterdim. O gövdeye sığdırmak istediğim onca kalabalıklığın ucuzluğunu şimdi algılıyordum. Şimdi farkına varıyordum boşluğun dışımızda olduğu düşüncesinin ne kadar yavan olduğunu.


En büyük yanılgımızın kendi gerçeklik algımızın başkasında da var olduğuna inanmak olduğunu anlıyordum. Ben buradaydım şimdi ,şarap mantarlarından bozma masada. Siz her hangi bir yerde olabilirdiniz.


Rahatlamış bir ifadeyle geri döndü. Alışmaya başlıyordu sanırım, Nabızsız ritimsiz bir dünyaya. İçimde oluşan sessizliği bozmak istemiyordum. Yüzünde dondurdum bakışlarımı. Henüz orası gibi kokuyordu. Aynı kasvet, aynı acı..sanki dallarından irkilen bir ağacın kökünden ağlaması gibiydi. Savunmasızdı hala. Kendi suyunun kabarmasını güç bilen her insan gibi takıldığı ilk dalgayla vurmuştu kayalara. Ona sarılmak istedim. Her şeyin çok geride kaldığını söylemek. Ama yapamadım... Bardağımı taşırdım, Tiersen boğuldu, kadınlar kahkaha atarak kaçıştılar, masalar havalandı, ben boğazıma kadar şaraba batıyordum.Son kez baktım ona. Hala o Sandalyenin üzerindeydi. Gülümsüyordu.


Ertesi sabah apartman boşluğundan birini çıkarıyorlardı, ben kalabalığı izlerken şarap içiyordum.

Hiç yorum yok: